Bedenin doğru duruşunun daha dengeli bir düşünce biçimine yol açtığı ve konsantrasyona büyük ölçüde yardım ettiği doğrudur. Bununla birlikte bunun tersi, yani bazı özel asanaların (yani duruşların) ve belli nefes alma biçimlerinin zihinde tek hedefliliği yarattığı, hatta birçok Hintlinin inandığı üzere sizi samadhiye taşıdığı çok kuşku götürür ve
tecrübe bu teorinin doğru olmadığını ispatlamaktadır.
Demek ki fiziksel duyular ile dış dünya birbirine bağlıdır. Dış dünya bilincimize bir izlenim bırakamadığı vakit, bilincimiz artık onu tecrübe edemez. Beyinde var olmaya devam eden önceki izlenimlerin hatırası bu yargıyı etkilemez; çünkü geçmişe, geleceğe veya şimdiki zamana dair imgelem tecrübe değildir. O daha ziyade konumuzun dışında kalan düş dünyasına yakındır. Uyanık halimiz hakkında bildiğimiz her şey görece bilincimize yansır, dünyanın biçimi ve onun tezahürleri hakkındaki kararlarımız sadece bu etkene dayanır.
Hastalığın darbesini yiyen büyük azizler genellikle şifa aramamışlardır; çünkü ıstıraplarının, dermansızlıklarının kaynağı ve anlamı hakkında bir bilgiye sahiptirler.
Her şey ancak görece faydalı olduğu için herhangi bir tıbbi veya okült tedavinin her zaman işe yaradığı fikrine kapılmak hatalıdır. Bunun tersini iddia eden kişi kendini veya -daha sık rastlandığı üzere- başkalarını kandırıyordur.
Bizim bakış açımızdan fiziksel ve fiziksel olmayan rahatsızlıklar yalnızca gerekli, hepsi öğrenilene kadar kaçınılmaz olan derslerdir. Bununla birlikte çaresi olmayan hastalıklardan bile kurtulmanın mümkün olduğu okült (daha doğrusu ruhani) bilgelik seviyeleri mevcuttur. Bu da kişinin mutsuzluğa sebep olacak dersi önceden almasıdır. Liseden mezun olmuş bir kişiyi tekrar ilkokula göndermek ne kadar gereksizse, ileride yaşanacak rahatsızlık da gereksiz hale gelmiştir.
[...]