Onlar, ya olay çıkarmak için bahane bulmuş bir grup öğrenci, ya ülkeyi karanlığa götürmek isteyen bir görüşe mensup militanlar, ya da bir siyasi görüş tarafından kandırılmış zavallı gençler. Bu ikinci gruptaki insanlar için başörtüsü, medyanın pompaladığı bilgilere paralel bir şekilde sadece bir sembol, karanlık çağrışımları olan bir siyasi projenin bayrağı.
Sayfa 10 - 4. baskı - 2004
Her şeyi anlıyorum da, polisin oradaki görevini anlamaktan acizim. Akl-ı selim sahibi bir kimse var mı bunu açıklayabilecek? Sınav salonlarının kapılarından polis tarafından zorla sürüklenerek götürülen arkadaşlarım geldi aklıma sonra. Coplanan, dövülen, tartaklanan arkadaşlarım... Masumuz biz, terörist falan değiliz sesleri... Ama kimin umurunda bunlar? Bunlar olurken vicdan diye var mı acaba o polislerde?
Artık nereye gitsem etrafımda polislerin ördüğü etten duvarlar... Ama etten duvarlar ardında görünmez kılmaya çalışsalar da ben buradayım.
Sayfa 89 - 4. baskı - 2004
Anlamıyorum. 35 bin öğrenci yürüyor ve sadece rektörün dediği oluyor. Demokrasi, özgürlük nutuklarını da bu diktatörler atıyor.
...
Bugünü hiç unutmayacağım.
1 Mart 1998
Sayfa 39 - 4. baskı - 2004
Bugün ilk defa eyleme gittim. İlk defa bir şeyi protesto ettim. Beyaz önlüklüler olarak üniversite kapısından girdiğimizde "Sol ve Sosyalist Görüşlü" arkadaşlarımız bizi alkışladılar. Çok mutlu oldum. Gelecekten ümitliyim... Çünkü 97 kuşağı geliyor... Yaşasın...
17 Aralık 1997
Sayfa 39 - 4. baskı - 2004
Yani laiklik ya da sekülerizm, gerek teorik gerekse pratik açıdan tartışılamaz değildir. Her ülkenin kendine özgü koşulları çerçevesinde yeniden yorumlanmaya açık siyasi projelerdir.
Aslında sekülerizm/laiklik, 17.yüzyılda Avrupa din savaşlarını sona erdirmek üzere siyasi bir çözüm olarak ortaya çıkmıştı. Bu çözüm önerisi, öncelikle Hıristiyan mezheplerinin çatışan doktrinleri arasında asgari bir müşterek bulmaya çalışıyor; ikinci olarak da siyasi etiği tamamen dini doktrinlerden bağımsız bir şekilde tanımlıyordu. Böylece devlet farklı dini inanışlara tarafsız davranacak ve din bireysel bir mesele haline gelecek, dini hoşgörü de böylece sağlanmış olacaktı.
Başörtüsü sadece başörtüsü değil. Kimliklerin belirlendiği, sınırların çizildiği satıhta bir anlam taşıyıcı. Başörtüsü, sınırsınız dünyanın yeni sınırı. Müslüman kadınlar, örtüleriyle sınırsız özgürlüğün tecessüm ettiği bedene sınır çiziyorlar; seküler kamusallığın içinde dini bir alanın sınırını tahkim ediyorlar. Bazı sınırları çizerken başka bazı sınırları ihlal ediyorlar; laikliğin sınırlarını, seküler kamusallığın sınırlarını zorluyorlar.
Bu açıdan bakıldığında dinin siyasallaştırılması şeklindeki suçlayıcı yargıların yeniden ele alınması gerekir. Çünkü bu siyasileştirmenin arka planında seküler liberal modernliğin ortaya çıkardığı koşullar mevcuttur. Bu koşullar öyle bir ortam oluşturmuştur ki, manevi olsun olmasın dünyayı şekillendirmek ya da kendisini uygulanır kılmak isteyen bir proje, eğer başarılı ve etkili olacaksa, modern idari yapılar ve kurumlarla belli bir düzeyde irtibata geçmek zorundadır. Devlet gücüne talip olsun ya da olmasın… Başörtüsü için de bu böyledir. Dini bir uygulamayı gerçekleştirmek isteyen, yani başını örterek eğitim görmek isteyen bir genç kız devlet gücüne talip olmadığı halde, yani bizatihi siyasi bir projeye sahip olmadığı halde gerekli idari düzenlemenin yapılmasını talep etmektedir. Bu da sonuçta siyasi bir talep olmaktadır.
William Randhall, Bizi “Biz” Yapan Hikayeler’de kişisel ve kamusal hikayelerin paylaşılmasıyla bilincin yükseldiğini, bilginin oluşturulduğunu, toplumun yaratıldığını ve dönüştürücü güçleri olan bir bakış açısının kurulduğunu söyler.