Nijat Özön

Nijat ÖzönTürk Sineması Tarihi (1896-1960) yazarı
Yazar
Çevirmen
8.0/10
13 Kişi
82
Okunma
7
Beğeni
1.738
Görüntülenme

Nijat Özön Sözleri ve Alıntıları

Nijat Özön sözleri ve alıntılarını, Nijat Özön kitap alıntılarını, Nijat Özön en etkileyici cümleleri ve paragragları 1000Kitap'ta bulabilirsiniz.
Geçiş çağının son rejisörü Orhon M Arıburnu edebiyat alanından sinemaya atlayan bir sanatçıydı. 1946'dan, oyuncu-rejisör olarak ilk filmini çevirdiği 1951 'e kadar, çoğu Kamil'in rejisörlüğünde, yarım düzine kadar filmde oynadı.
Sayfa 140 - Doruk Yayımcılık, 2010Kitabı okudu
Bu arada Sovyetlerin yardımıyla Türk devrimiyle ilgili bir dokümanter hazırlanmaya başlandı; fakat Türk lnkılabında Terakki Hamleleri adını taşıyan bu film, ancak 1 93 ?'de piyasaya çıkabildi.
Sayfa 129 - Doruk Yayımcılık, 2010Kitabı okudu
Reklam
1951'de, şair-ressam Bedri Rahmi Eyüboğlu'nun halk şairi Aşık Veysel'in hayatı üzerine hazırladığı senaryo, Nedim Otyam tarafından yüzüstü bırakılınca rejisörlüğü Metin Erksan'a verildi. Bir çiçek salgını sonunda küçük yaşta gözlerini kaybeden şairin hayatını filme almak, o vakit Ankara ve Istanbul'da kendisine yardım olsun diye yapılan jübilelerin uyandırdığı ilgi sonunda ve bu yardımı genişletmek düşüncesinden doğmuştu; yani bir çeşit "hayırseverlik" olacaktı. Bu pek sağlam olmayan çıkış noktasına rağmen, Eyuboğlu'nun, şairin doğduğu Sivralan köyündeki incelemeler sonunda hazırladığı senaryoyu çevirmek üzere Devlet Tiyatrosu'ndan iki yeni oyuncu -Aclan Sayılgan, Kemal Bekir-, İzmir'den yeni gelen Ayfer Feray, filmin türkülerini okuyacak Devlet Operası sanatçılarından Ruhi Su' dan meydana gelen birliğin Aşık Veysel'in köyüne gitmesi, gerçekçi bir köy filmi çevrileceği umudunu vermişti. Film 1952 sonunda tamamlandı, fakat sansürce geri çevrildi. Yapımcıların bir yıl süren uğraşmalarından sonra büyük kesintilerle 1953 sonunda piyasaya çıktı. Gerçekte sansürün filme itirazı, filmle doğrudan doğruya ilişkisi olmayan nedenlere dayanıyordu; bundan dolayı da yapılan değişikliklerin asıl filmde büyük aksaklıklara yol açtığı söylenemezdi.
Sayfa 174 - Doruk Yayımcılık, 2010Kitabı okudu
Sinema: "söyleyecek şeyleri olanların" anlatım aracı
Sinemanın "söyleyecek şeyleri olanların" anlatım aracıdır. Bugün sinema endüstrisi bulunan bütün ülkelerde, sinemanın teknik yönü artık tamamıyla "standanlaşmış"tır; iyi film de kötü film de aynı teknik işlemlerden geçerek meydana getirilmektedir. Bu durumda önemli olan, bu araçla bir şey söylemek, söyleyecek şeyi olmaktır. Oysa, bizim rejisörlerimizin hemen hiçbiri sinemaya böyle bir niyetle gelmemişlerdir. Sinemayı, geçim araçları arasında bir araç diye benimsemişlerdir. Nasıl söyleyeceklerini bilip bilmemeleri bir yana, her şeyden önce, bu araçla söyleyecek bir şeyleri yoktur. Bundan dolayı da, ortaya, "harcıalem" "routine" eserlerden, hiçbir kişilik taşımayan filmlerden başka bir şey konamamaktadır. Rejisörlerimizin büyük çoğunluğunda her vakit rastlanan ortak özellik, anlatacak bir şeyi bulunmamak ve "sinema duygusu"ndan yoksun olmaktır.
Sayfa 198 - Doruk Yayımcılık, 2010Kitabı okudu
Renkli Sinema
Sinemada asıl anlamındaki renkli filmlerin 1936’da başlamasına karşın, yaygınlaşması 1950’den sonradır. O zamana dek sinemacı görüntülerini siyahtan beyaza dek uzanan gri ayırtıları (nüans) içinde düzenlemek zorundaydı.
Sayfa 12 - agora kitaplığı 2008Kitabı okudu
Talat Paşa'nın deyimiyle "harbi popüler hale getirmek" gerekiyordu . lttifak Devletleri lehinde propaganda zaten çok önce başlamıştı. Bu hareketlerin biri, 14 Kasım 1914 cumartesi günü Fatih Camii'nde kalabalık bir halk kütlesi önünde "cihad-i ekber"in ilanıydı. Tarihin kaydettiği bu en gülünç "cihad" ile, tarihte ilk olarak Müslümanlar bir kısım Hıristiyanların yanı başında başka Hıristiyanlara karşı savaşa çağırılıyorlardı. Bu çağınşa nasıl karşılık verildiği de çok geçmeden en acı şekilde anlaşılacaktı.
Sayfa 50 - Doruk Yayımcılık, 2010Kitabı okudu
Reklam
''Günlük deneyimlerle edinilmiş bir sinema dil bilgisi, gerçekte sinema dilinin sanatının öğrenilmesi bir yana, bir sinema yapıtının anlaşılması, değerlendirilmesi için bile yeterli olamaz.''
agorakitaplığıKitabı okuyor
Sinema çağı 1950-1960
1914'ten 1 950'ye kadar uzanan otuz yedi yıllık "tiyatrocular" ve "geçiş çağı"nda Türk sineması, sinema dilinden yoksun olarak yaşamıştı. Kullandığı dil, sinema dili şöyle dursun hatta sinemalaştırılmış bir tiyatro dili bile değil tiyatrolaştırılmış bir sinema diliydi. Bu dil, en ileri olduğu sırada bile "sinema-tiyatro" olmaktan öteye geçememişti. Ancak 1950'den sonraki "sinemacılar" çağı içindedir ki , sinema terimleriyle düşünmek, sinema diliyle anlatmak çabaları başlamış, bunun ilk örneklerini verilmişti.
Sayfa 195 - Doruk Yayımcılık, 2010Kitabı okudu
Mısır filmleri salgını , geçiş çağı rejisörlerinin işini daha da güçleştirdi. Bu rejisörlerin karşısındaki seyirci de, yine "tiyatrocular"a ve Mısır filmlerine alışmış, bu filmler le yetişmiş, geri bir seyirci topluluğuydu . Seyirciyi ve sanarçıyı aydınlatacak, yol gösterecek ya da destek olacak bir eleştirme çalışması yoktu. Bu bakımdan, geçiş çağı rejisörleri bir şeyler yapabilseler bile bunu kabul ettirebilmeleri ihtimali de pek azdı.
Sayfa 150 - Doruk Yayımcılık, 2010Kitabı okudu
Sinema sanatını en kestirme yoldan öğrenmek: dilini öğrenmek
Sinema sanatını en kestirme yoldan öğrenmek için işe sinemanın bir dil ve anlatım aracı olarak taşıdığı özelliklerden başlamak gerekir. Sinema dili bildiğimiz dilden ayrı, yepyeni bir dildir. Sinema, konuşma ve yazı dilinin karşısına görüntü dilini; ses eklendiği vakit de, görsel-işitsel dili çıkarır. Görüntü dili bir bakıma bize çok yabancı sayılmaz. Görüntüyü sinemada kullanıldığı anlamda değil de daha genel anlamda ele aldığımızda, bu dille tanışıklığımız çok küçük yaşlara dek uzanır.
Sayfa 15 - agora kitaplığı 2008Kitabı okudu
Reklam
Memduh Ün: Tıp Fakültesi'nin üçüncü sınıftan terk sinemacı
Memduh Ün, kendinden önceki en güçlü rejisör Akad'dan etkilenmedi, kendi kendini yetiştirdi. Tıp Fakültesi'nin üçüncü sınıfından ayrılan Ün, 1942-47 arasında Eskişehir, Ankara, Adana, Istanbul gibi şehirlerde çeşitli memurluklarda çalıştı, çeşitli işlere girip çıktı. Bir aralık Beşiktaş takımında, Ankara ve Adana karmalarında oynadı. 1947'de Istanbul'da Akad'ın Damga'sında oyuncu olarak göründü; 1951 'de Dr Alyanak ile Yakut Film'i kurdu; 1955'te rejisörlüğe başlayıncaya kadar, çoğu Alyanak'ın filmlerinde olmak üzere, yapımcı ve oyuncu olarak çalıştı.
Sayfa 187 - Doruk Yayımcılık, 2010Kitabı okudu
Atıf Yılmaz önce ressam sonra sinemacı
1950-60 çağının ikinci yarısındaki rejisörlerin en dikkate değer olanı Atıf Yılmaz dı. Sinemaya başlayışı hemen hemen Erksan'ınkini andınyordu. 1945'te Hukuk Fakültesi'ne yazılan Batıbeki, bir yandan da Güzel Sanatlar Akademisi'nin resim bölümüne gidiyordu. 1947'de Tavanarası Ressamlan topluluğuna katıldı. Erksan'la aynı yıllarda sinema yazıları yazmaya, senaryoculuğa başladı. Bir ara sinema afişleri yaptı. Sonunda, Evin'in Allah Kerim'inde (1950) , ertesi yıl da Sihirli Define'sinde rejisör yardımcılığı yaparak sinemaya geçti.
Sayfa 177 - Doruk Yayımcılık, 2010Kitabı okudu
Demokrat Parti zamanında sinemamızda Amerikan etkisi
Demokrat Parti döneminde Amerika'nın, filmlerini bir propaganda aracı olarak Türkiye'ye sokmak için, döviz güçlüklerine rağmen bazı kolaylıklar göstermesi, beyazperdemizi Amerikan filmlerinin kaplamasına yol açtı. Bunun sonucu olarak son on yıl için büyük bir ilerleme gösteren çeşitli ülkelerin filmleri, çeşitli akımların örnekleri Türk sinemacılarına ve seyircilerine ulaşamadığı gibi, Amerikan sineması da çok kez, en kötü örnekleriyle temsil ediliyordu. Resmi Türk sansürüne ek olarak, gizliden gizliye Amerikan Haberler Bürosu'nun yürüttüğü sansür, en iyi Amerikan filmlerinden çoğunun beyazperdeye ulaşamamasına yol açtı. Öte yandan, Amerikan filmlerinin ölçüsüz derecede yurda girişi, her yıl biraz daha artan yerli filmlerin beyazperdede güçlükle yer bulabilmesi sonucunu doğuruyordu.
Sayfa 155 - Doruk Yayımcılık, 2010Kitabı okudu
Akad Türk sinema dilinin ilk değerli örneklerini verdi
Ertuğrul sinemayı ne kadar "tiyatrolaştırmış" ise, Akad bu temeller üzerine kurulan sinema-tiyatro'ya o kadar sinema özellikleri kazandırmıştı. Türk sinemasının sinema diline bir türlü kavuşamaması, bu dille konuşmasını bir türlü öğrenemeyeceği sanısına yol açtığı sırada, Akad bu dilin ilk değerli örneklerini verdi. Teknik bakımdan daha çok Amerikan gangster filmlerinden; tema, tutum ve duyuş bakımından Fransız "kara filmleri" "şairane gerçekçi" akımın örneklerinden oldukça etkilenen Akad'ın en büyük özelliği de, bu etkileri tamamıyla "yerli" bir hava içinde verebilmesiyle birlikte filmlerine "sinema" niteliğini katabilmesiydi
Sayfa 166 - Doruk Yayımcılık, 2010Kitabı okudu
Tiyatro ile sinemanın birbirinden kesin bir çizgiyle ayrılmasını sağlayan Lütfi Ö. Akad'ın ilk filmi, 1949'da piyasaya çıkan Vurun Kahpeye idi.
Sayfa 156 - Doruk Yayımcılık, 2010Kitabı okudu
43 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.