Resmegiderlik (fotojeniklik), herhangi bir kimsenin güzel, çekici
bir görümü verebilme yeteneğidir.
Makyajdan beklenen görevlerden biri, resmegiderliği artıracak ya
da sağlayacak düzeltmeleri, değişiklikleri gerçekleştirmektir.
Film müziği bestecilerinin olmayışı (Nedim V Otyam, Hulki Saner ya da Yalçın Tura'nın bu yoldaki çalışmaları henüz bu alandaki açığı kapatacak nitelik ve nicelikte değildir), "orijinal" olmayan parçaların seçilişindeki şaşılacak bilgisizlik ve zevksizlik gibi işin sanatla ilgili yönü bir yana, sesin beyazperdeye ulaşıncaya kadar geçirdiği teknik işlemler de tam bir bilgisizlik içinde yürütülmektedir. Tıpkı fotoğrafta olduğu gibi sağlam bir teknik bilgi gerektiren bu işi yapmaya kalkışanlar da yine çoğunlukla alaydan yetişme kimselerdir. Bundan dolayıdır ki, ses kaydı çeşitli seslerin tek kuşakta birleştirilmesi sırasındaki korkunç beceriksizlik, perdedeki ses kaynaklarına göre bir "ses derinliği"nin elde edilemeyişi, tabii seslerin (effects) kaydındaki
başarısızlık. . . giderilmedikçe filmlerimizde teknik bakımdan ortalama bir seviyeye erişmek bile ancak çok mutlu rastlannlara kalacak bir iştir. Görüntüden sonra sinemanın en önemli öğesi olan ses, bugün sinemamızda hemen hemen "yok demesinler" diye kullanılır bir özelliktedir.
Görüntünün büyük kütlesini güçlü çizgiler üzerine yığmak, en önemli bölümlerini güçlü noktalar üzerine toplamak yerinde olur.
Ufuk çizgisini çerçevenin tam ortasına düşmesinden kaçınmalıdır.
Omuz çekiminde gözler üst yatay güçlü çizgide ve genellikle
güçlü noktaya yakın olmalıdır.
Bir film kuşkusuz bir tablo değildir.
Kurallar ancak hareketsizlikte eksiksiz uygulanabilir. Film görüntüleri hemen her vakit devinimli olduğundan bu kurallar da geçerliliklerini çok kez yitirir.
Ama görüntülerinin güzelliğiyle dikkati çeken birçok filmde ve çerçevelemedeki ustalığıyla ün salan sinemacılarda bu kurallara uyar.
1950-60 çağının ikinci yarısındaki rejisörlerin en dikkate değer olanı Atıf Yılmaz dı. Sinemaya başlayışı hemen hemen Erksan'ınkini andınyordu. 1945'te Hukuk Fakültesi'ne yazılan Batıbeki, bir yandan da Güzel Sanatlar Akademisi'nin resim bölümüne gidiyordu. 1947'de Tavanarası Ressamlan topluluğuna katıldı. Erksan'la aynı yıllarda sinema yazıları yazmaya, senaryoculuğa başladı. Bir ara sinema afişleri yaptı. Sonunda, Evin'in Allah Kerim'inde (1950) , ertesi yıl da Sihirli Define'sinde rejisör yardımcılığı yaparak sinemaya geçti.
Ertuğrul sinemayı ne kadar "tiyatrolaştırmış" ise, Akad bu temeller üzerine kurulan sinema-tiyatro'ya o kadar sinema özellikleri kazandırmıştı.
Türk sinemasının sinema diline bir türlü kavuşamaması, bu dille konuşmasını bir türlü öğrenemeyeceği sanısına yol açtığı sırada,
Akad bu dilin ilk değerli örneklerini verdi.
Teknik bakımdan daha çok Amerikan gangster filmlerinden; tema, tutum ve duyuş bakımından Fransız "kara filmleri" "şairane gerçekçi" akımın örneklerinden oldukça etkilenen Akad'ın en büyük özelliği de, bu etkileri tamamıyla "yerli" bir hava içinde verebilmesiyle birlikte filmlerine "sinema" niteliğini katabilmesiydi
Demokrat Parti döneminde
Amerika'nın, filmlerini bir propaganda aracı olarak Türkiye'ye
sokmak için, döviz güçlüklerine rağmen bazı kolaylıklar göstermesi, beyazperdemizi Amerikan filmlerinin kaplamasına yol açtı. Bunun sonucu olarak son on yıl için büyük bir ilerleme gösteren çeşitli ülkelerin filmleri, çeşitli akımların örnekleri Türk sinemacılarına ve seyircilerine ulaşamadığı gibi, Amerikan sineması da çok kez, en kötü örnekleriyle temsil ediliyordu. Resmi Türk sansürüne ek olarak, gizliden gizliye Amerikan Haberler Bürosu'nun yürüttüğü sansür, en iyi Amerikan filmlerinden çoğunun beyazperdeye ulaşamamasına yol açtı. Öte yandan, Amerikan filmlerinin ölçüsüz derecede yurda girişi, her yıl biraz daha artan yerli filmlerin beyazperdede güçlükle yer bulabilmesi sonucunu doğuruyordu.
ilk gösteriyi yapmak için seçtiği yer, İstanbul'da
Galatasaray'daki tramvay yolu dönemecinde bulunan o zamanın
ünlü birahanesi Sponeck idi . Büyük bir talih eseri olarak
Sponeck salonundaki bu ilk film gösterisiyle ilgili çok canlı bir
anı, Ercüment Ekrem Talu tarafından anlatılmıştır: O vakitler Istanbul'da elektrik yoktu. Abdülhamit'in korkusu elektriğin memlekete girmesine engel olmuştu.
Güzel sanatlarda ‘altın sayı’ yardımıyla ‘altın oran’ı, ‘altın dikdörtgen’i oluşturan 1:1,618 oranına da çok yakındı (nitekim şimdi 35 mm.lik filme dayanan en kullanışlı geniş görüntülük işleminde 1:1,66 oranı kullanılmaktadır.
Sinema hem resme hem sese dayanan bir görsel-işitsel
imler (işaretler) dizgesidir,
Sinema bir iletişim, bildirişim aracıdır,
Sinema bir anlatım aracıdır: düşünceleri, duyguları, olguları aktarabilir; gerçek ya da kurmaca bir evreni yaratabilir,
Sinema bir dildir: Bu dilin kendine özgü kuralları, özellikleri vardır. Ama aynı zaman; da ses öğesini de taşıdığından konuşma dili, müzik, doğal seslerle de desteklenen ve çeşitlenen bir dildir.
Sinema, sanatların birleşimi, ‘tüm sanat’tır: Sinema, sanatların en gencidir. Bütün öbür geleneksel sanat kollarından sonra çıkmış, bunlardan da yararlanmıştır. Bu özelliğiyle ‘yedinci sanat’ adını alan sinema, aynı zamanda, sanatların bir birleşimidir de.
Sinema bir araştırma aracıdır,
Sinema bir eğitim-öğretim aracıdır,
Sinema bir propaganda aracıdır,
Sinema bir eğlence aracıdır,