Bence hiç bir şekilde de çözüm değildir.
Neden mi?
Çünkü,
Yüreğin kanar; durduramazsın...
Gözlerine mil sürülür; göremezsin...
Gülümsemelerini hüzün kaplar; gülemezsin...
Ağlamalarına hıçkırıklar eklenir; tutamazsın...
Dün demişlerdi,
Yarına selam verirken,
Bugünden ötürü...
Oysa ki;
Düğümlenmişti.
Ve haykırışlara bir durak vardı...
Hemen dudaklarının altına doğru.
Konuşamamamızın nedeni miydi bu?
Gözlerimiz bir o kadar geveze, olmasına rağmen...
Dönülmezdi, bitmişti denilen yollardan döndüm,
Aşılmazdı, aşılamadı denilen dağları aştım.
Boğuldu, boğulacak dendi son kulaçla kıyıya vardım.
Dediğim anda;
Sıcaktı, Temmuz sabahı idi,
Bütün bedenimde, kalbimin derinliklerinde hissettim.
İçinde huzur vardı,
Sonsuzluk özlemi keskinceydi...
Eskiyen düşünceleri içerirdi;
Var olmayan bir ritimle...
Son zamanlardaki en sevdiği o marşı barındırırdı;
Sessizce; söylenen...
Karşı dükkândan çıkan ve annesinin terliğinden kaçan Çilli Mustafa;
Çıktıkça kuş konmaz ağaçlarına,
Düştüğünde toprağa,
Filizlenince, hercai menekşe, mor sümbül,
Küstüğünde mavi ladin!
Ele avuca sığmaz, sarıpapatyanın beyazı…
(Kimseler bilmesin ama sarıpapatyanın beyazında şiirin bütün sırrı…)
Kleinbaum'un dediğine inanalım:
".... Şiirle kendimizi bir nebze ölümsüz hissetmemizi sağlayalım, gerisi boş."
Kim bilir şiir gibi ölümlü/süz ve şiir gibi ölüler oluruz böylece...