“Yaralar vardır hayatta, ruhu cüzzam gibi yavaş yavaş ve yalnızlıkta yiyen, kemiren yaralar.
Kimseye anlatılamaz bu dertler, çünkü herkes bunlara nadir ve acayip gözüyle bakarlar. Biri çıkar da bunları söyler ya da yazarsa, insanlar yürürlükteki inançlara ve kendi akıllarına göre hem saygılı, hem de alaycı bir gülüşle dinlerler bunları. Çünkü henüz çaresi de, devası da yok bu dertlerin. Tek ilaç şarap yardımıyla unutmaktır. Afyonun ve uyuşturucu maddelerin sağladığı sahte uykudur. Ama ne yazık ki bu tür devaların da etkisi geçicidir, acıyı kesecekleri yerde çok geçmeden daha da şiddetlendirirler.”
Selim’in ilk yanlışı: «Hayatın acemisi». Yaşama yoksulluğumu okuma zenginliğiyle denkleştirmeğe çabalaması boşuna. Ne mühendisliği, ne yazarlığı, giderek ne de sevgi/li/si bir tutamak olabiliyor. «Tutunamayanlar», böylelerinin ardından çok, giderek fazla uzun bir yazıklama. Turgut Özben ise yanlış dala asılmış, iş yaşantısında başarı sağlamak, onu gününün saçma yaşamına katmaktan başka neye yarıyor ki? Dur, doğruya sap, kendine yönel, herşeyi bırakıp gitmek pahasına! Ama, varacağı yeri biliyor mu ki?
Hikmet Benol aynı yolun yolcusu. Adından belli. Oğuz Atay’a «Tutunamayanlar»ı uzatıyor Hikmet’in «Tehlikeli Oyunlar»ını anlatarak, İsa simgeseli billurlaşıyor. Hikmet Benol — Hüsamettin Tambay — Nurhayat Hanım: İşte kutsal üçgen. Hepsi birer … cık: Isacık, Meryemlik, Tanrıcık. Hikmet Benol, imgelemini bir cehennem tiyatrosuna çeviriyor. Adının anlamının tersine doğru kayıyor, hızla. Sevgi’yle yaşarken sevgisiz, Bilge’yle bilgisiz. Parça parça olan bir benlik; toparlanamıyor. Yorgun ve yılgın ruh. Pencereyi açıyor son bir kez. Ölümün kucağına atlıyor.