Fransız filozof ve felsefe tarihçisidir. Özellikle neoplatonizm konusu üzerinde çalışmaktadır. Antik Yunan hakkında çalışmalar yapmış ve Fransa'da Ludwig Wittgenstein konusunda ilk söylemlere sahip kişidir. Bazı kitapları: İlkçağ Felsefesi Nedir? (Dost Kitabevi, 2010), Wittgenstein ve Dilin Sınırları (Doğu-Batı Yayınları, 2009)
Wittgenstein'ın dile dair fikirlerini ne ben buraya ne de yazar Pierre Hadot 117 sayfaya sığdırabilir. Lakin kitaptaki düşünceye bakacak olursak Wittgenstein'ın felsefede filozofların düştüğü örümcek ağı üzerine biraz düşünebiliriz diye düşünüyorum.
Wittgenstein filozofların genelde anlamı bilinmeyen kavramlar kullanıp halktan anlaşılmayı
İlkçağ Felsefesi ile ilgili mutlaka okunması gereken bir kitap. Sıkıcı, kuramsal ve akademik anlatımla değil, felsefenin İlkçağ'da nasıl yaşandığına dair çok akıcı bir dille yazılmış. Konularla ilgili alıntılar, yorumlamalar okuyucunun dikkatini diri tutuyor ve anlaşımı kolaylaştırıyor.
Filozoflar, felsefe okulları ve içerikleri, söylemlerin ve yaşam tarzlarının içeriğinin irdelenmesinin yanında, benim en çok ilgimi çeken bölüm ise yaşam için felsefenin ne olacağı ve neden olması gerektiği...
Kürsüden inmeyen, sadece kuram üreten mi filozof olarak kabul edilmeli, yoksa felsefeyi bir yaşama biçimi haline getirmiş kişi mi?
Felsefe nasıl yaşama içkin hale getirilir?
İlkçağ'ın "yaşamın içinde olan filozof" bakış açısına artık dönmenin zamanı gelmedi mi diye soruyor bize Pierre Hadot.
İyi ki okumuşum dediğim, dönüp dolaşıp okuyacağıma emin olduğum şahane bir eser.
Her şeyiyle dopdolu, muazzam bir kitap. Kitap altı ana bölümden oluşuyor; Yunan, Yahudi ve Ortadoğu, Hristiyan, Hint, Çin ve de İslam kurucu düşünceleri. Her bölümü bir veya birden çok yazar ele alıyor. Yunan düşüncesinde doğal olarak Sokrates, Platon ve Aristoteles büyük yer kaplıyor. En çok zevk aldığım kısım ilk bölümdü. Yahudi, Hristiyan ve İslam düşünceleri pek ilgimi çekmedi. Felsefe kısır bir döngüye girmiş sanki bu dönemlerde. Din ve felsefe iç içeydi. Hint düşüncesinde Budacılık öne çıkıyor ve benim ilgimi en çok çeken öğreti. Çin'de ise Konfüçyüsçülük. Bu iki öğreti Batı düşüncesiyle yarışan ve farklılıkların olduğu güzel bir öğreti veriyor. Tanrı kavramı dışlanıyor ve aşkınlık yerine içkinlik benimseniyor, aynı Spinoza'da olduğu gibi. Pek bilgim olmadığı için tam anlayamadım. Diğer iki cildini de okumak için sabırsızlanıyorum.