1975 İstanbul doğumlu. İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Uluslararası İlişkiler Bölümü mezunu. 22 yaşında, bir haber dergisindeki iş görüşmesine yazdığı hikâyelerle giderek gazeteciliğe başladı. 1997’den bu yana çeşitli dergi ve gazetelerde muhabir, editör, köşeyazarı olarak çalıştı. Jet Rejisör (Roll Yayınları, 2006), İnce İş (İletişim Yayınları, 2009), Asker Doğmayanlar (Hrant Dink Vakfı Yayınları, 2013) adlı kitapların yazarı.
“Hayatının değişeceği o günün sabahı, her ne olacaksa onun birkaç saat öncesi, gelenden habersiz yaşayışımızda, bir saçmalığa gülüşümüzde, ertesi güne inancımızda ne kadar saf, bir yandan ne hazin bir hal var. Onu mu giysem diye düşünüyorsun, işlerini sıraya dizmeyi, o günü bitirmeyi planlıyorsun. O günü güzel bitirmekten iyisi var mı, bi de kahve yapayım diyorsun, ama “tak!” aynı kalamayacağın bir şey oluyor..
Hazırlıksızsın. Hazırlıksız yakalandığımız çok şey var..”
"Radyoda bir şarkının, yumuşakça, sesinin azalarak bitmesi gibi, birbirimizin hayatında gittikçe küçülerek kısa bir süre daha durduk ve tamamen yok olarak ayrı şarkılara geçtik."
Bize yarayanın ne olduğunu bilemediğimiz, bilsek de ona yönelemediğimiz bir zamanda nasıl var kalınır? Bir belirsizlik yığını omuzlarımıza çökmüşken “sevinçli” bir hayat mümkün müdür?
Pınar Öğünç ile tavsiye üzerine yolum kesişti. İyi ki de tanışmışım. Niye mi şöyle anlatayım:Eserde geçen öyküler hem çok doğal hem çok sıradan. Buradaki sıradanlık basitlik manasında değil tabi ki. Öykülerde ya yaşadığınız olaylara benzer ya da tanık olduğunuz durumlar veya kişiler karşınıza çıkıyor sanki. "Ben bunu yaşamıştım" ya da "aa bu da doğru, denk gelmiştim" dediğiniz o kadar unsur var ki. Yaşam devam ederken kitapta geçen öykü kahramanlarıyla ortak bir paydada buluşuyor okuyucu.
Bir öykücü olarak şimdi yaşanılan hayatı kurguya dökmek zordur ve risklidir çünkü okur açısından geri tepebilir. Pınar Öğünç de geri tepmiyor. Bilakis insanı germeden, sıkmadan günlük hayatın, büyük şehrin hengamesi içinde akıp giden hayatlarla yaşanılan anlara tanıklık ediyoruz.
Toplam 10 öykü var eserde. 122 sayfa ama ciddi emek verilmiş, sıcacık bir anlatımla karşı karşıyayız. Eser monolog tarzı ilerliyor. Yer yer bilinç akışı bu monologu destekliyor ama okurken de beyniniz yanmıyor:)
"Fazla erkekler, fazlasını isteyen kadınlar, komşular... Plazaların oksijen vakitleri, otobanların çiçekleri, ailelere mahsus adım sürüyüşleri... Gökyüzünden yağan kapılar, kendi bahçemizde biten beterotları..." diye devam ediyor arka kapak yazısı. Tanışmadıysanız başlangıç kitabı olarak tavsiye ederim. Bir kitabını daha aldım" Aksi Gibi" yakın zamanda onu da okuyacağım.
Merak,yaratılıcılık ve hayal gücünün birleşimi:Cotturuk Defterleri
.
Pınar Öğünç’ün çocuk edebiyatındaki ilk kitabı “Cotturuk Defterleri “ 2019 yılında okuyucusuyla buluşmaya başladı.
.
Çocuklardan en sıktığımız cümlelerden biri :”Canım çok sıkılıyor.
Canı sıkılan çocuklardan biri de Maya,sıkıntıyla yani cotturukla başı dertte nasıl kurtulayım diye arayışlara girerken karşı komşu çocuğu Sonadan aldığı önerilerle kendilerine çok güzel uğraş yaratırlar ve bu uğraşlar yeni maceralara,dostluklara kapı aralayacaktır.
.
Kitap ismiyle bile merak duygusunu harekete geçiren sorduğu sorularla da merak duygusunu aynı zamanda hayal gücünü,yaratıcılığı,sorgulama,eleştiriyi ve yazınsal becerileri de destekleyen bir kitap.Ayrıca doğanın canlılara olan olumlu etkileriyle ilgili mesajlar içermesini de çok sevdik.
.
Mısra Karahan’ın kreatif çizimleriyle ruhumuz yanında gözümüzü de besliyor,görselleri çizmeye heveslendiriyor.
.
7 yaş ve üstü okuyucularımıza tavsiye ettiğimiz bir kitap.
Kitapları bitirmeden inceleme notu düşmek pek adetim değil ama bu kitap beni çok sarstı, etkiledi. Türlü çeşitli sektörlerden çalışan insanların seslerinin duyulması gerekli. Zaten genel olarak taşeronluk, nepotizm, particilik gibi dertlerle boğuşan iş hayatı bir de pandemi yükü altında defolarını iyice oraya çıkarmış görünüyor. Devlet, iş dünyası, ekonomi hayatı kimi insan yerine koyuyor, kimin -askerdeki eğitim zayiatı gibi- ölmesi makul karşılanır, bunları yüzümüze yüzümüze çarpıyor. Okumaktan bu kadar acı duyduğum ama elimden de bırakamadığım son kitap galiba on yıllarca önce okuduğum Gazap Üzümleri'ydi. Bugün yaşananları anlatan ve tarihe sağlam bir not düşen bu eseri okumayı şiddetle önerebilirim.