W. G. Sebald sözleri ve alıntılarını, W. G. Sebald kitap alıntılarını, W. G. Sebald en etkileyici cümleleri ve paragragları 1000Kitap'ta bulabilirsiniz.
Tüm yaşamı boyunca,
entelektüellerin şu kendini beğenmişliğinden uzak duran, 19. yüzyıl romanları hakkında
herkesin bildiği şeyler yerine kimsenin duymadığı ayrıntılardan yola çıkan adeta kendine özgü bilimsel bir yöntem geliştirmiş.
Günler, haftalar boşuna kafa yorarak geçiyordu; alışkanlıktan mı,
yoksa kendini kanıtlama isteğinden mi yazmaya devam ettiğini, yoksa başka türlüsünü öğrenmemiş olduğundan ya da yaşama karşı bir şaşkınlıktan, hakikat aşkından,
umutsuzluk ya da kızgınlıktan mı böyle yaptığını bilemiyordu insan; aynı şekilde insanın yazarak aklını başına daha mı çok topladığını, yoksa daha mı çok delirdiğini de söylemek mümkün değildi. Belki de her birimiz, kendi eserimizi inşa ederken geneli görebilme yeteneğimizi kaybediyorduk ve belki de bu nedenle, zihinsel tasarımlarımız karmaşıklaştıkça, bilgide aşama kaydettiğimizi sanıyor, ama sonra, gerçekte hayatımızın yönünü saptayan önceden hesaplanamaz belirsizlikleri hiçbir zaman kavrayamayacağımızı da hemen anlıyorduk.
yerkürenin çevresinde sürekli akan bir bilgi selinin içindeyiz. Kendimize böyle bir yükseklikten baktığımızda, kendimiz hakkında, amacımız ve dünyamız hakkında bu kadar az şey bilmemiz ne kadar korkutucu
"Bugün dik duran insanlara ihtiyaç var, pırıl pırıl duruşları ve halis hedefleri olan. Ve bu insanlar ülkenin yeniden inşasında da yıllarca cephenin ön saflarında yer alacaklar."
O gün, sanırım ramak kalmıştı ikimizin de uçmayı öğrenmemize; veya en azından benim adamakıllı bir düşüş için gerekeni öğrenmeme. Ama en uygun anları ıskalarız hep.
gökkubbe apaçık ve masmaviydi, havada en ufak bir esinti bile yoktu, ağaçlar adeta kalemle çizilmiş gibi duruyorlardı ve kahverengi kadife gibi suyun üzerinde tek bir kuş bile uçmuyordu. Dünya bir sırça fanusa alınmıştı sanki, ta ki batıdan devasa küme bulutlar gelinceye ve yerkürenin üzerine yavaş yavaş gri bir gölge düşmeye başlayıncaya kadar
...Günler, haftalar boşuna kafa yorarak geçiyordu; alışkanlıktan mı, yoksa kendini kanıtlama isteğinden mi yazmaya devam ettiğini, yoksa başka türlüsünü öğrenmemiş olduğundan ya da yaşama karşı bir şaşkınlıktan, hakikat aşkından, umutsuzluk ya da kızgınlıktan mı böyle yaptığını bilemiyordu insan; aynı şekilde insanın yazarak aklını başına daha mı çok topladığını, yoksa daha mı çok delirdiğini de söylemek mümkün değildi. Belki de her birimiz, kendi eserimizi inşa ederken geneli görebilme yeteneğimizi kaybediyorduk ve belki de bu nedenle, zihinsel tasarımlarımız karmaşıklaştıkça, bilgide aşama kaydettiğimizi sanıyor, ama sonra, gerçekte hayatımızın yönünün saptayan önceden hesaplanamaz belirsizlikleri hiçbir zaman kavrayamayacağımızı da hemen anlıyorduk....