O kadar eğilmişti ki, Ceyda Hanını'ın başıyla, Hüsamettin Bey'in başı arasında dört parmak kalmıştı. Parfümü, yeni biçilmiş taze çimen kokuyordu. Hüsamettin Bey'in omuriliği, kuyruksokumuna kadar titredi.
Ceyda'nın cinsel sapıklığı yoktu. Aksine sağlıklı, çekici bir kadındı. Kısa kesilmiş saçları kumral, gözleri kestane rengindeydi. Çağırıcı bir ağzı vardı. Sporcu bir vücuda sahipti.
Bir kere sevgililerinden biriyle Göreme'ye gitmişti. Binlerce yıldan bu yana korunabilmiş, taştan oyma mezarlardan birinin içinde sevişti. Sonra da söylendi: "Bunların boyları da amma kısaymış."
Ceyda'nın fantezileri de vardı. Ne yersizliktendi ne densizlikten. Sevişmeye baharat serpiştirmeyi severdi. Gecenin geç vaktinde, sevgilisi kimse onunla yüksek apartmanlara girer, asansörü iki kat arasında durdurur, orada sevişirdi.
ilk seviştiğinde on yedi yaşındaydı. Bütün yaşamını etkileyecek kötü bir deneyim olabilirdi. Şansı vardı, aksi oldu. ilk sevgilisi babası yaşındaydı. Ceyda'yı baba şefkatiyle sevmişti. Evliydi.
Dilediğince sevişemeyen kadınlan anlayamıyordu. Onlara acıyor değildi. Sadece anlayamı yordu. Sevişmek onun için dünyanın merkezi, yaşamın nedeni, özüydü. Sürekli bir sevinçti.
Ceyda Hanım, otuz yaşının baharında, kusursuz bir güzelliğe sahipti. Çapkındı. Bu da kusur sayılmazdı. Çapkınlığı da, çapkınlığını da seviyordu. Vücudunun bütün duyarlılığını doya doya içine sindirirdi. Sevişmeyi ibadet kabul etmişti.