Ziya Kazıcı

Hz. Muhammed'in Aile Hayatı ve Eşleri yazarı
Yazar
Derleyen
7.7/10
28 Kişi
172
Okunma
18
Beğeni
2.413
Görüntülenme

Ziya Kazıcı Gönderileri

Ziya Kazıcı kitaplarını, Ziya Kazıcı sözleri ve alıntılarını, Ziya Kazıcı yazarlarını, Ziya Kazıcı yorumları ve incelemelerini 1000Kitap'ta bulabilirsiniz.
Osmanlılar, adâlet, müsamaha ve yardımlaşma hususunda Müslüman olmayan vatandaşlarını koruma bakımından dönemindeki devletlerle mukayese edilemeyecek derecede insani bir haslete sahiptiler. Nitekim 1463 yılında Bosna Kralı’nın Papa’ya yazdığı gibi köylüler, Osmanlılara karşı, başlarında bulunan hânedan ve feodal beyleri desteklemeyip yalmz
Osmanlılarda, nesilden nesile vasiyet edilerek devam eden adâlet ve kim olursa olsun insanlara karşı hakkaniyet ölçülerine göre hükmetme uygulamasının sonucu olarak ortaya çıkan gelişmelere bakarak Gibbons, Osmanlıları sevmemekle birlikte şu sözleri söylemekten kendini alamaz: “Yahudilerin toptan öldürüldüğü ve engizisyon mahkemelerinin ölüm saçtığı bir devirde Osmanlılar, idaresi altında bulunan çeşitli dinlere bağlı kimseleri barış ve ahenk içerisinde yaşatıyorlardı. Onların müsamahakârlığı ister siyaset, ister halis insaniyet duygusu, isterse lakaydi neticesi meydana gelmiş olsun, şu vak’aya itiraz edilemez ki, Osmanlılar, yeni zaman tarihinde milliyetlerini tesis ederken dinî hürriyet umdesini (prensibini) temel taşı olmak üzere vaz’ etmiş (ortaya koymuş) ilk millettir. Ardı arkası kesilmeyen Yahudi ta’zibatı (işkence) ve engizisyona resmen yardım mes’uliyeti lekesini taşıyan asırlar esnasında, Hıristiyan ve Müslümanlar, Osmanlıların idaresi altında ahenk ve barış içinde yaşıyorlardı."
Reklam
Osmanlı Devleti müesseselerinden hangisini ele alırsak alalım, göreceğimiz husus şu olacaktır: Osmanlılar, bu müesseselerin nüvesini daha önceki Müslüman ve Müslüman Türk devletlerinden almışlardır. Bununla beraber onlar bu durumda sâdece bir nakilcilik yapmamışlar, aksine müesseseleri daha da geliştirerek onlara kendi damgalarını basmışlardır. Zaten onlar, sadece bir nakilci durumunda olsalardı bunca asırlık bir ömre sahip olmaları düşünülemezdi. Takriben altı buçuk asra yakın bir hükümranlık devresini geçirmiş olan Osmanlı Devleti’nin ayakta kalmasını temin eden esasların başında, onların kurmuş olduğu sağlam müesseseler gelmektedir. Teşkilâtçılığı, dünya devletlerinden çok azına nasip olmuş olan bu devletin hayatiyet sırlarından birini meydana getirmektedir. Hâlâ bugün bile, teşkilat ve müesseselerinden istifade ettiğimiz Osmanlı Devleti’nin bu yönü, hayli kuvvetlidir. Hatta sadece biz değil, birçok devlet bile, şu anda o müesseselerin kuruluş nizamına uygun olarak kendi müesseselerini devam ettirmeye çalışmaktadır. Günümüzde birçok devletin araştırmacı göndererek Osmanlı Arşivlerinde araştırma yaptırmasi boşuna değildir.
Kölelik
İslâm hukuk ve anlayışına göre köle, insanî hakların tamamına sahip bir kimsedir. Bu bakımdan Müslüman, ona yediğinden yedirecek, içtiğinden içirecek ve taşıyamayacağı yükü yüklemeyecektir. Rahatsız olduğu zaman onu bütün imkânları ile tedavi etmeye çalışacaktır. Bunu yapmayan efendi, Allah tarafından kendisine verilmiş bulunan emânete ihanet etmiş olur. Böyle bir ihanetin manevî cezası yanında maddî cezası da bulunmaktadır. Arşivlerimizde, bu konuda bir hayli belge bulunmaktadır. Bu açıdan bakıldığında Ahmed Cevdet Paşa’nın dediği gibi “köle almak, köle olmak demektir.” Kısaca söylemek gerekirse, İslâm hukukuna göre kendisine haksızlık yapıldığına kani olan bir köle, mahkemeye müracaat edebildiği gibi, söylediklerini isbat ettiği takdirde hâkim tarafından resen âzâd edilebilir. Toplum, bu şekilde âzâd edilmiş bulunan kölenin herhangi bir sıkıntıya düşmemesi için de kendisine maddî yardımda bulunuyordu. İslâm tarihinin en şanlı dönemlerinden birini teşkil eden Osmanlı döneminde, köle âzâd etmek veya onların karşılaşabilecekleri sıkıntıları bertaraf etmek üzere vakıflar kurulmuştu. Bu uygulama, Müslüman toplumların kölelere nasıl baktıklarını ve onları nasıl gördüklerini açık bir şekilde ortaya koymaktadır.
Günümüzde, zaman zaman özellikle geceleri bazı kimseler tarafından duvar, pano vs. gibi yerlere yazılar yazılıp resimler çizilmektedir. İnsanı rahatsız eden ve bir yerde de asabını bozup sinirlenmesine sebep olan bu neviden yazı ve resimleri görmeyenimiz yoktur. Günümüzde, çevreyi kirletip çirkinleştiren bu şekildeki yazı ve resimlerin ortadan kaldırmasını, bir anlamda sadece belediyelerden beklemekteyiz. Benzer olaylar, günümüzde olduğu kadar olmasa bile bizden önceki dönemlerde de vardı. Bizden önceki insanların büyük bir sorumluluk anlayışı ile sırf bu çirkinlikleri ortadan kaldırmak için vakıf kurduklarını söylemek herhalde bir abartı olmaz. Fâtih Vakâyesi’ne göre kendini bilmez bazı kimseler, duvar lara yazı yazıp çevreyi kirletiyorlardı. Vakâyenin metninden anlaşildığına göre bunların çirkin ve etrafı kirleten manzaralarını ortadan kaldırmak için “Mâhi’n-nukuş” adı verilen bir kimse görevlendirilmiştir. Bu görevli, yaptığı hizmet karşılığında yevmiye ( günlük) iki akça ücret almaktadır. Çevredeki çirkinlik ve kirliliği ortadan kaldırmak için Süleymaniye Vakâyesi’nde de benzer bir madde bulunmaktadır.“
Osmanlı dönemi Müslüman Türk toplumunda çevrenin aslî özelliğini bozmadan korunması, temiz tutulması veya güzelleştirilmesi için başvurulan çeşitli yöntemler vardı. Bu yöntemlerden biri de çevre ile ilgili kurulan vakıflardı. Sözgelımi vakfiye veya arşiv belgelerinde çevre temizliği bakımından günümüz insanının düşünemeyeceği kadar ince ve
Reklam
193 öğeden 161 ile 170 arasındakiler gösteriliyor.