Ziya Kazıcı

Hz. Muhammed'in Aile Hayatı ve Eşleri yazarı
Yazar
Derleyen
7.7/10
28 Kişi
172
Okunma
18
Beğeni
2.490
Görüntülenme

Ziya Kazıcı Gönderileri

Ziya Kazıcı kitaplarını, Ziya Kazıcı sözleri ve alıntılarını, Ziya Kazıcı yazarlarını, Ziya Kazıcı yorumları ve incelemelerini 1000Kitap'ta bulabilirsiniz.
Kervansaraylar
İyi ve liyakatli bir hükümdarın özelliklerinden bahsederken Nizamülmülk, onun yol başlarına ribatlar kuması gerektiğine de temas eder.40 Demek oluyor ki kervansaraylar, daha başlangıçtan itibaren sultan ve padişahların himayesi altına alınmışlardı. Böylece bir sosyal sigorta müessesesi de doğmuş oluyordu. Derbent, boğaz vs. gibi menzillerde yapılan kervansaraylar sayesinde insanlar, rahatlık ve emniyet içinde seyahat edebiliyorlardı. Müslüman ülkelerde yol emniyet ve huzurunun sağlanması sadece Müslümanlar için değildi. Nitekim Türkiye’ye gelen yabancı tüccarlara tanınan imtiyazlardan bahsederken Osman Turan: “Yollarda herhangi bir şekilde zarar gören, soyguna uğrayan veya emtiası denizde batan tüccarlann malları devlet hazinesinden tazmin edilmekteydi ki, bu, Selçuklu Devleti’nin bir devlet sigortası takip ettiğini gösterir. Bu keyfiyet, dünya ticareti tarihi içinde çok ehemmiyetlidir. Zira ticaret tarihi ile uğraşanlar, sigorta müessesesinin zuhurunu (ortaya çıkışmı) XIV. asra Ceneviz ve Venediklilere kadar çıkarmaktadırlar”"ı der. Gerçekten Selçuklularda iş sadece elden çıkan malın tazmin edilmesiyle kalmıyor, aynı zamanda kervan soyucular için de en ağır cezaların uygulandığı görülmektedir. Demek oluyor ki, ticaret erbabının mal ve can güvenliği tamamen devletin himayesi altında bulunmakta idi.
Tekkeler
Tekke ve zâviyelerin, Osmanlı fütühatını kolaylaştırmada büyük bir hizmet gerçekleştirdiklerini biliyoruz. Osmanoğulları ile birlikte birçok şeyh gelip Anadolu’nun batı taraflarına yerleşti. Bu yeni gelen derviş muhacirlerin bir kısmı, gazilerle birlikte memleket açmak ve fütuhat yapmakla meşgul oluyor, bir kısmı da o civardaki köylere veya tamamen boş ve tenha yerlere yerleşiyordu. Köy veya boş araziye yerleşenler, bu yerlerde müridleri ile birlikte ziraat ve hayvan yetiştirmekle uğraştılar. Bunlar, özellikle boş topraklar üzerinde zâviye kuruyor ve buraları kısa zamanda din, kültür ve imar merkezleri haline getiriyorlardı. Bu zâviyelerin, ordulardan önce gelip hudut boylarina yerleşmeleri, onların (orduların) harekâtım kolaylaştırıyordu. Ömer Lütfı Barkan, Neşri (s, 26), ve Aşık Paşazâde (s. 12)’den şu nakli yapmaktadır: “Göynük ve Taraklı’ya hazırlanan bir akında Osman Gazi, Köse Mihal’in bu vech tedbirlerini sevap bilüp guzatı cem edüp gelüp Beştaş (Beşiktaş) zâviyesine konup şeyhine Sakari suyunun (Sakarya Nehri) geçidini sordular. Şeyh ayıttı ...”37 Osmanlılar, tekke düşüncesini sistemleştirmek, müesseseleştirmek ve bu düşünceyi çeşitli yol ve teşkilatlarla topluma aktarma hususunda önemli hizmetler ifa etmişlerdir. Psikolojik, pedagojik ve tıbbî meselelere varıncaya kadar geniş bir hizmet sahası olan tekke, o devrin mektebidir, hastanesidir, spor yurdudur, moral kaynağıdır, dinlenme kampıdır, beldenin güzel sanatlar akademisidir, edebiyat ve fikir ocağıdır'.
Reklam
Vakıflar
İnsan fıtratında mevcud olan yardımlaşma hissi, şüphesiz ki insanlık tarihi kadar eskidir. Bu his, dinî emir ve hükümlerle birleşince daha bir kuvvet kazanır. İslâm ülkelerinde vakıfların, asırlarca büyük bir fonksiyon icra etmesinin sebebini burada (dinî his) aramak lâzımdır. Çünkü “İnsanların en hayırlısı, insanlara faydalı olan, malın en
Daha Önce bir vesile ile kendisinden söz ettiğimiz D'Ohsson, eserinde, Osmanlı örf ve âdetlerinden bahsederken, bizim üzerinde fazla durmadığımız veya düşünmeye bile değer bulmadığımız çok enteresan bilgilere yer verir. O, toplumdaki fertlerin devlete, ailelerine, çocuklarına, yaşlılara ve özellikle birbirlerine karşı olan hareket, davranış ve
...Osmanlı toplumunda ebeveyn (ana-baba) ve diğer yaşlılar bakımından nasıl bir önem kazandığını, bu emirden dolayı gençlerin anne ve babası ile diğer yaşlılara karşı nasıl davrandıkları, 1740 yılında İstanbul’un Beyoğlu semtinde Katolik Ermeni bir ailenin oğlu olarak dünyaya gelen ve içinde yaşadığı için Osmanlı toplumunu çok iyi tanıyan
Osmanlı Devleti’ndeki hastahane vakfiyelerinde her hastahanede kaç hekimin bulunacağı, hizmetçilerinin miktar olarak kaç kişi olacağı ve hastalara karşı nasıl muamelede bulunmaları gerektiği açık bir şekilde yazılıdır. Kezâ, hastalara günde kaç öğün yemek verileceği ve bu yemeklerin neler olacağı da yazılıdır. Biz, bunlardan sadece bir tanesinden söz etmek istiyoruz ki, o da, İstanbul’da bulunan Fâtih Hastahanesidir. Evliya Çelebi (Seyâhatnâmeden Seçmeler, 1, 98.), bu hastahane ile ilgili bilgi verirken onu bize şöyle tanıtır: “. . . 70 oda, 80 kubbe ve 200 memuru vardır. Dersiam hekimbaşısı vardır. Gidip gelenden biri hasta olsa hastahaneye götürüp ona bakarlar. İpek, altın işlemeli, bürümcük gecelikleri vardır. Günde iki defa türlü türlü güzel yemekler verilir. Evkafı öylesine sağlamdır ki vakıfnamesinde eğer mutfakta keklik, turaç ve sülün kuşlarının eti bulunmazsa bülbül, serçe ve güvercin pişirip hastalara bol bol verilsin. Hastalara divanelere deliliklerinin geçmesi için müzikçiler ve okuyucular tayin edilmiştir. Temeli, Hz. İbrahim’e kadar uzanan ve sadece Müslüman ülkelerde geniş anlamıyla tatbik edilen bir sosyal yardımlaşma sigortası daha vardır. Adına vakıf dediğimiz bu teşkilât, başlı başına bir müessesedir. Hâlâ bugün bile birçok ni’metinden istifade ettiğimiz vakıflardan, bu yazımızda bahsetmek istemiyoruz. Zira bu müessese o kadar sağlam ve geniştir ki, değil bir makale, ciltlerce kitaplara bile sığmaz.
Reklam
191 öğeden 171 ile 180 arasındakiler gösteriliyor.