Bu münasebetle Mevlana türlerin hafızasını deruhte etmektedir, yani evrim sürecinde meydana gelen her şey, meydana gelişinin izlerini gizli olarak insanın bilinçaltıda bırakır.
Pratik akılda artık kendisi için gerekli emniyeti bulamayan ve büyük bir örgütte bölük pörçük olmuş batılı insanın tersine, Doğu'nun insanı, aydınlanma doğumunun eşiğinde durmaktadır.
Gerçekten de insanın tabiatı o kadar çelişkilidir ki, nadiren bu çelişkili ögeleri ahenklileştirebilir. Uyumsuzluk en çok nefs-i emmâre ile akıl, akıl ile nefs-i mutmainne ve sezgi ile aklın eğilimleri arasında baş gösterir.
Fromm ve Mevlana'nın her ikisi de, kendilerini hayatın aşamalı sürecinde kavramışlardır. Onlar, insanı izole edilmiş bir varlık olarak gören ve bundan dolayı da kendi kültürünün insan hastalıklarını araştıran ve daha sonra bunu tüm insanlara genelleştiren Frued'dan ayrılırlar. Mevlana ve Fromm'un felsefeleri belli bir zamanda ki insanla ilgilenmez; insanın nihai amaçları bağlamında değil, varoluşu, potansiyel gelişimi ve "insan, insanlıktır"a olan inançları bağlamında ilgilenir. Her iki düşünür de, insanın kendisinin gayesi olduğuna olan inançlarıyla, şu sözleri söyleyen Şebisterî'ye (13.yy İranlı mutasavvif) katılırlar.
İnsandan başka nihai bir neden yoktur,
Ve bu da insanın kendi benliğinde ifşa edilmiştir.