Tasavvufun teorisyenleri olarak tanımlayabileceğimiz Serrâc, Kelâbâzi, Ebu Talib Mekki, Kuşeyri ve Hucviri gibi yazarların esas gayesi ve çabası, tasavvufun temel umdelerinden taviz vermeden söz konusu 'uzlaşma'yı sağlamaktı.
..bu topluluk Allah katında değerli olan ilimleriyle dünyalık talep ettiler ve ilmi dünyalık avlamak için bir kapan olarak gördüler. Bu ne kötü bir şeydir! Kendisiyle ancak kalıcı olanın talep edileceği bir şeyle, gidici olanı elde ettiler.
Bu durum karşısında Davud (as)'ın şu sözünü hatırladım:.. "Ey Rabbim! Bedenimi oruç ve namazla temizlememi emrettin. Peki kalbimi ne ile temizleyeyim? Allah Teala şöyle cevap verdi: Ey Davud! Keder ve üzüntülerle."
Şüphesiz şeriat ve hakikat ilişkisinin zorunluluğu bağlamında tasavvuf tarihinde en mükemmel formülasyon, Kuşeyri'ye aittir. "Hakikatle desteklenmeyen şeriat makbul olmadığı gibi şeriatla sınırlanmayan (gayr-ı mukayyed) hiçbir hakikat de elde edilebilir değildir."
Tasavvuf üzerine pek çok mevcut dönemlendirme vardır. Bu dönemlendirmeler çağlara, kişilere, kavramlara ve diğer ilimlerle ilişkisine göre nitelik kazanır. Genel kabule göre yapılan dönemlendirme ile H. 3. asra kadar olan sürece zühd dönemi, 3. asırdan tasavvufun sistemleşmiş yapısı olan tarikatlara yani 6. asra kadar olan sürece tasavvuf dönemi