Bir Pers hikayesinde cennetin kapısını çalan bilgeye Tanrı içeriden sorar “Kim var orada?” Bilge cevap verir, “Benim.” “Bu evde,” diye yanıtlar ses “sana ve bana yer yok.” Bilge uzaklaşır ve derin meditasyonlarda bu cevabı düşünerek seneler geçirir. İkinci kez geri geldiğinde, ses yine aynı soruyu sorar ve bilge cevap verir “Benim.” Kapı açılmaz. Birkaç yıl sonra üçüncü kez tekrar dönüp kapıya vurur ve ses bir kez daha sorar, “Kim var orada?” Bilge haykırır, “Sen!” der. Kapı açılır.
“Olmak ya da olmamak” kesinlikle bütün mesele degildir, çünkü olmak aynı zamanda olmamak anlamına gelir; tıpkı olmamanın da olmak anlamına geldiği gibi.
Düşünceler ya da zihinsel kelimelerle şeyleri ayırt ederiz ya da yaratırız. Düşünceler yoksa "şeyler" de yoktur ;sadece tanımlanmamış bir gerçeklik vardır...
Beyinsel düşünmenin "içgüdüsel bilgeliğe" göre orantısız bir şekilde hayatımıza hükmetmesine ve onu geliştirmesine, böylece de "içgüdüsel bilgeliğin" çöküp körelmesine izin verdik...
GERÇEK, onun ışığının önünü kapatan şeyleri ortadan kaldırarak ortaya çıkar;sanatçının kurarak değil de yontarak ortaya çıkardığı heykel gibi bir sanattır o...
Farklı ritim seviyelerinde yaşarız. Bu değişimin doğasıdır. Buna karşı koyarsanız dukaya sahip olursunuz. Hayal kırıklığına uğrar ve ızdırap çekersiniz. Öte yandan değişimi anlarsanız ona asılmazsınız ve akışına izin verirsiniz. O zaman sorun yoktur, pozitif ve güzeldir.