1961’de Normandiya’da doğan Alex Capus bugün İsviçre’nin Olten şehrinde yaşıyor. 1994 yılında ilk öykü kitabını yayınladı: “Diese verfluchte Schwerkraft”, (Bu lanet yerçekimi). Bunu ondört kitap izledi; kısa öyküler, romanlar, röportajlar. Hanser yayınevinden çıkan romanları: “Léon und Louise”, (Bir Gün Buluşmak Üzere, 2011), “Fast ein bißchen Frühling”, (Neredeyse biraz İlkbahar, 2012), “Skidoo, Meine Reise durch die Geisterstädte des Wilden Westens”, (Skidoo, Vahşi Batının Issız Şehirlerine Yolculuğum, 2012) ve “Der Fälscher, die Spionen und der Bombenbauer”, (Sahtekâr, Casus ve Bombacı, 2013).
...savaş sadece gerçekten yaşandığı yerde dehşet saçıyordu, oysa burada köşeyi dönünce aslan ağızları açıyor, pazarcı kadınlar mallarını satıyor ve anneler kızlarının saçlarını renkli kurdelelerle örüyorlardı.
Bir araya gelmelerinde de yollarının ayrılmasında da savaşın etkili olduğu iki genç, Leon ve Louise. Yıllar sonra ikisinin de hayatları farklı eksenlere doğru gitmişken yaşanan bir tesadüf ile yeniden buluşmaları. Duygu karışıklığı, imkansızlıklar, sorumluluklar derken bir de bunların üzerine patlak veren 2. Dünya savaşı. Kitabı okurken beklentim yüksek değildi. Zaten kitabı da Ankara Kitap Fuarı'nın son günlerinde en ucuz kitapların içinden biraz kapağının etkisiyle almıştım. Yazarın anlatımı güzel, akıcı ve yer yerde sıkıcıydı. Özellikle Louise ile ilgili bölümler kitabın en sıkıcı bölümleriydi. Sade bir roman yazmaya çalışmış yazar sanırım ama bana göre biraz fazla sade geldi. 2. Dünya Savaşında Alman işgaline maruz kalan Paris'i okuyorsam biraz daha detaylı, tasvirli bir anlatım beklerdim. Kitapta en beğendiğim karakter Yvonne oldu. Çok nadir kitap karakterleriyle empati kurmaya, karakteri anlamaya çalışırım Yvanne beni buna çeken karakterlerden birisi olmayı başardı. Gerek eşi ile olan halleri gerekse savaş esnasında ortaya çıkan olağanüstü halleri kitapta en keyif aldığım yerlerdi. Savaşın insan ve toplum üzerindeki etkileri anlatmakta yazarı başarılı bulduğumu söylemeyelim ki eksiklerine rağmen. Kitapta beğendiğim bir başka olay da işgale uğramış Fransa'dan kaçan Fransız Louise'nin Fransa'nın işgal edip sömürgeleştirdiği ülkede yaşarken ülkesinin yerli halka yaptıklarını eleştirmesiydi. Tuhaf bir şekilde ne çok beğendim, mutlaka herkes okumalı diyebiliyorum ne de tam tersini dile getirebiliyorum. Yinede elinize geçerse sans verilebilecek bir kitap, en azından Yvonne için :)
Kitap hakkındaki yorumları göz ardı ederek (çünkü çoğu okunmasa da olur diyordu) bir solukta okudum desem yeridir. 1. Dünya savaşı esnasında Fransa’da , her ikisi de savaş şartlarında çalışmaya çalışan Leon ve Loise’nin karşılaşıp masumane bir aşka kapılmaları ile başlıyor kitap. Aynı savaş sırasında bombardımana maruz kalıp, ayrılıyor yolları ve yıllar sonra tesadüfen bir metroda karşılaşıyorlar. Fakat tekrardan iletişime geçtiler derken Loise’nin isteğiyle ayrılıyor yolları. Çünkü Leon evli ve çocukları olan bir adamdır artık. Aradan yıllar geçiyor ve 2. Dünya savaşında bu kez Loise’nin Senegal’e giderken yazdığı mektupla tek taraflı da olsa yeniden kesişiyor yolları ve hikaye böyle sürüp gidiyor. İlk bakışta bir aşk romanı izlenimi uyandırabilir. Ancak; dönemin Fransa’sını ve savaş şartlarını anlatması ile ve burada sözünü etmediğim diğer karakterleri ile (ki Leon’un karısı Yvonne favorimdir) gerçekten enfes bir kitaptı. Önyargılı davranmayıp okuduğum için gerçekten çok memnun kaldım.
Bir Gün Buluşmak Üzere
Savaşların birleştirdiği ve gene savaşların ayırdığı iki aşık olan Leon ve Louise’in hikayesini bizlere Leon’un torunu anlatıyor.
Kitap zaman zaman akıcı, zaman zaman sıkıcı ilerliyor.
Karakterlerimiz Fransa’nın kırsallarında bisiklet sürerken tanışırlar ve aşık olurlar ama beraberlikleri kısa sürer çünkü bir bomba ikiliyi ayırır. Birbirlerini ararlar, bulamazlar. Öldüklerine inanırlar. İkisi de hayatlarında farklı yollar çizerler.
Leon Paris Emniyeti’nde çalışıyordur. Evli ve çocukludur. Louise ise özgür ruhlu ve başına buyruk bir daktilo kızdır.
Bombardımandan yaklaşık 10 yıl sonra metroda karşılaşırlar. Bu karşılaşma hayatlarında yeni bir dönüm noktası olacaktır.
Louis’in bunca şeyden sonra hâlâ Leon’a mektup yazması da aşkın her daim süreceğini gösteriyor. Örneğin çeyrek asır, dünyanın en büyük çölü, evlilik, kıtalar...
Eşine ve çocuklarına olan sevgi ve sadakati, sorunlara çözüm odaklı yaklaşması ve gerçekleri kabul edebilecek kadar cesur olması Yvonne’nın -Leon’un eşi- en sevdiğim karakter olmasına yetti.