Aydının, entelektüelin "bilinç veren" durumdan çıkmış hale gelmiş olması batı toplumlarında gündeme geliyor; ikincisi ise küçük komitelerle direnme odaklarının kurulmaya başlanması ve bunlar da merkezci olmayan, belirli bir konu üzerine hedeflenen ve hemen dağılan komitelerin ortaya atılması.
Moleküler devrim o halde tabandan yayılan, kendiliğinden ortaya çıkan ve iktidara karşı bir hareket olarak gündeme geliyor ve birbirinden ayrı gibi duran, homojenleşmeyen, merkezi partiler tarafından yönetilmeyen, sendikaların egemenliğinde olmayan bir hareket olarak '68 hareketi böylelikle devrim belki yapmadı ama kültürel bir devrimi gerçekleştirdi; yani sosyalist bir topluma doğru gidiş olmamasına rağmen, sosyolojik olarak insanların davranış şekillerini, yaşam biçimlerini, cinselliğini değiştirdi. Yani kendisini kuvvetli bir şekilde birden bire hissettirmeyen ama yeraltından yavaş yavaş sızarak ilerleyen ve bir gün öylesine ortaya çıkan hareketin kendisi moleküler bir devrim.
Foucault'nun biyo-politikası, daha sonra Deleuze ve Guattari'nin kuramsallaştırdığı 'denetim toplumu' kavramı ve biraz daha yakın zamanda da bu küreselleşme tartışmalarının iyice gündeme geldiği bugünlerde Michael Hardt ve Toni Negri'nin "imparatorluk" diye adlandırdığı yeni toplumsal formasyonun üzerinde durmak gerekecek. Çünkü Foucault'nun açtığı yoldan daha sonra Deleuze ve Guattari'nin yapmış olduğu yeni analizler ve sonunda Michael Hardt ve Toni Negri'nin birlikte çalışmaları sonucunda ortaya çıkan "imparatorluk" (empire, emperyal sistem) kavramı birbirlerini izleyerek, bugüne kadar geliyor.
Her türlü parçalanmayı ve yayılmayı engellemek ve birleştirmek amacıyla yapılan müdahalelerin tözünü tanımlamak, "kuramsal olarak, paradoksal ve anti-demokratik" bir durumu ortaya koymaktadır. Yani, en pratik olarak, totaliterleşmektedir.
Farklıklılar üzerine kurulu olan "çokluk" durumu, Marksist ikili toplumsallığı olduğu kadar, Personsçu birlik sosyolojisini de tanıyamamaktadır. Parçalanan toplumun içinde ne ezen ve ezilenler ikili karşıtlıklar şeklinde çatallaşmakta ne de bütünleşebilmektedirler. Bunun kavramı, Spinoza' dan beri, varlığını sürdüren "çokluk" olmalıdır: İktidarda bulunmadığı gibi, belirli bir düzen içinde de örgütlenmemiş kalabalıklar. Bunlar arasındaki güç ilişkileri "çokluklar" şeklindedir ve sabit değildir. Dil oyunlarında olduğu gibi sözceler yer değiştirebilirler ve kendi kurallarını süreç zarfında sürekli olarak yeniden kurarlar.