Kozmolojinin eskisine göre çok daha hassas ölçümlere sahip olduğu bir dönemde yaşıyoruz. Evreni gözlemledikçe, daha hassas aletler ve gelişmiş veri indirgeme yöntemleri sayesinde, ortaya çıkan sonuçların tuhaf olmasının yanı sıra beklenti dışı olduğunu görüyoruz. Bu sonuçlardan en önemlisi, evrende gördüğümüz her şeyin (toz bulutları, asteroitler, gezegenler, yıldızlar, bulutsular, galaksiler ve galaksi kümeleri) şu anda hareket ettikleri gibi hareket etmelerini sağlayacak kütleye sahip olmadıklarını anlamak oldu. Bu sonuçları Standart Model ve Görelilik Teorisi ortaya koydu. Bu soruna muhtemel bir çözüm 1930’lu yıllarda, karanlık madde önerisi ile ortaya çıktı: ışık yaymayan ve soğurmayan bir madde türü. Böylece evrenin karanlık yüzü ortaya çıkmış oldu. Yakın zamanda, kütleçekimsel etkisi sayesinde, karanlık madde hakkında daha fazla şey öğrenmeye başladık. Karanlık maddenin evrendeki tüm kütlenin %23’üne karşılık geldiği bilgisi, bunlardan sadece bir tanesi. Karanlık maddeyi Einstein’ın denklemlerine uyguladığımızda, yıldızların oluşumundan, kümelerdeki galaksilerin bir arada durmasına kadar her şey yerli yerine oturuyor.