Kitap çok farklı bir kurguyu ele almıyor. Aman aman bir konu degil bana göre ama guzel bir yerden yakalamış konuyu yazar. Tabi ki anlatabilseydi mükemmel olurdu. Bin bir çeşit insanın ağzından okuduk bölümleri. Gereksiz bir ton sey okuttu bize yazar. Gizem,gerilim hic bir şey yoktu. Kitabin yarısından sonra biraz biraz sardi diyebilirim o da kurgusuna ya da kameranın ardındaki kişiyi merak ettiğim için. Bir söz var ya karpuzu kestin kelek çıktı yine de yemeye devam edecek misin diye. Kitap kelek çıksada takıntı bu ya bitirmeden bırakamıyorum o yüzden bitirdim ve beğenmedim diyebilirim. Ama şunu söylemeliyim ki ehli bir kalemde bu kurgu ortalığı kasıp kavururdu.
Bir gece, Sexton ve Honora banyolarını yapıp yemeklerini yedikten sonra sahilde
yürüyüşe çıktılar. Güneş neredeyse batmak üzereydi, denizin üzerine gül rengi bir
kırmızılık çökmüş, evlerin ışıkları yavaş yavaş yanmaya başlamıştı. Kıyıya çarpıp
kırılan dalgalar pembe renkte görülüyordu. Honora açık mavi renkte bir cam parçası
buldu, camı eline alarak pürüzsüz kenarlarını parmaklarıyla temizledi. Puslu bir
camdı, sanki bir bulut kümesi bu küçücük parçanın içine hapsolmuştu.