Öyle hissizdi, tekmil duygulardan öyle muaftı ki o an, hiçliğin billur berraklığında, cümle âlemin yarası ayan beyan serilmişti gözlerinin önüne. Her şeyi görüyor, herkesi duyuyordu. Olmuşu, olacağı, ölmüşü, doğacağı…
“Ertesi sabah, Büyük Beyoğlu Yangını diye manşet attı, 6 Haziran 1870 tarihli bütün gazeteler. On iki ayrı koldan, iki milyon arşın araziye sirayet eden bu yangının zayiatını, dört ayrı dilde, sütunlarca yazdılar. Kül olan altmış beş sokağı, yüz altmış üç mahalleyi, üç bin dört yüz kırk dokuz binayı, erinmeden, tek tek isimleriyle bildirdiler günler boyu. Ölü sayısı ise sadece satır arasında “yüzlerce” olarak geçti kayıtlara. Bu sebeple Hulki, hiçbir zaman bilemedi, o “bir kişi” dışında daha başka kimlerin cehennemini harladığını. Ve onlar da hiçbir zaman öğrenemedi, koca Beyoğlu'nun, altı yaşında bir muhacir çocuğunun on yedisine kadar büyüttüğü nefretinden tutuştuğunu.”
Ben insan, anlayamadığından korktuğu kadar hiçbir şeyden korkmuyor küçük hanım. Bilinmezliğin girdabında kaybolmaktansa, boşlukları acıyla doldurarak yoluna devam ediyor.