İnsan düşünen, kuran, tasarlayan, duyulanan, sıkılan, düş kuran, bunalan, değişik psişik etkinliklerini birlikte kullanabilen bir varlıktır ve bu nedenle doğada tektir; diğer canlıların böyle bir özelliğine rastlanmamıştır, dolayısıyla doğadaki diğer canlılarla uyuşmaz fakat böyle bir içyapı kendi kendisiyle de pek uyuşmaz. İnsan toplumla da uyumsuzdur ve onunla da çatışır. Bütün bu uyumsuzluklar, çatışmalar insan olmanın gereğidir çünkü onlar olmadan insan yaşamı ya da insanın ortaya çıkışı olanaksızdır.
“Aslında insanın bu sevilmeye değer olmayan vasıfları olmasaydı […] tam bir ahenk, yetinme ve karşılıklı sevgi içinde yaşasaydılar, o zaman insanın hiçbir kabiliyeti gelişmeyecek, büyün insan kabiliyetleri, ebedî olarak çekirdek hâlinde gizli kalmaya mahkûm olacaktı. İnsanlar koyun gibi uslu olsaydılar, onların ruhlarında hiçbir değer gelişemezdi ve onlar evlerinde besledikleri koyunlardan farksız olurdu. […] O hâlde çekememezlikler, çatışmalar, hırs dolu gurur, sahip olmaya, hâkim olmaya doymazlık için tabiata şükürler olsun.”*
*Heinz Heimsoeth, Immanuel Kant’ın Felsefesi, Çev. Takiyettin Mengüşoğlu, İ.Ü.E.F. Yayını, 1967, sf. 200