Kalbin muhtevasını anlamak, hayatın kendisini anlamaya eşde ger bir meziyettir. Çünkü hayata anlam veren insan, insana anlam veren ise bir kalptir.
Geçmişten geleceğe seyircisi olduğumuz dünya ver durumun bir ürünüdür. Dünyanın da dönem dönem değişmesi bunun en büyük kanıtı ve özetidir. Barış ve savaş altında kalbin saf ve kirli yanlarının birbiri üzerine devinimi ile çalkalanan dünya, belli bir müddet huzur ve barış yuvası olmuş olsa da; şimdilerde savaşın, vahşetin ve eşitsizliğin yuvası haline gelmiştir. Kirli düşüncelerin ev sahipliği yaptığı bedenlerde zulüm, tekrar hayat buldu. Sağımızı solumuzdan ayırdığımız zamandan bu yana süre gelen ve ölümümüze kadar sürecek olan bir iç savaşın başkahra manı olan bizler, bu savaş boyunca kendi karakterlerimizi adeta bir çömlek ustasının çamura şekil vermesi gibi elle yoğurup "kişiliğimizi meydana getiriyoruz. Kimilerinde bu süreç ardında sadece bir enkaz yığını bırakırken; kimilerinde ise saf, temiz ve berrak bir kişilik meydana getiriyor. Bir mücadeleyi doğuruyor. Bugün düşünceye, bilimin ışığında bir önem verip, yalnızca aklın varlığını savunarak yaratılışımızdan bu yana bize yol gösteren ve manevi bağlılığın eşik noktası olan kalbin; yol gösterici, tatmin edici ve dirayet aşılayıcı benliğini ideolojisiyle görmezden geliyoruz. "Yalnızca akıl, bizleri terk edilmiş bir sona sürüklüyor. İşte bu terk edişin en güç ve anlaşılması zor olan yanı: Duygusuzluk. Elekten geçemeyen ve işe yaramaz taş parçaları, bu çağın duygusuz insanı