Bir sanat eserini değerli kılan en önemli unsur nedir?
Kitap, resim, film, tiyatro..
Elbette farklı farklı açılardan bir çok kritere vurgu yapılabilir. Ama benim açımdan aradığım en önemli özelliğin insanı güzel, çirkin, iyi, kötü olmasına bakmadan doğal haliyle bize yansıtabilmesi olduğunu söyleyebilirim. Peki bu özelliklerin hep durağan ve değişmez bir yapıda olduğunu söyleyebilir miyiz?
Hayır! bazen iyiye, bazen kötüye doğru sürekli bir değişim içinde karmaşık bir dünyası vardır insanın. Ve bu karmaşıklık hep bir tereddüte sürükler bizi. Kimimizde az, kimimizde çok.
A. Ali Ural : “İnsanda hep bir tereddüt hali vardır,” der. “Bir dilenciye para verirken bile, bir tereddüt yaşar insan. Vereyim mi vermeyeyim mi, az mı vereyim, çok mu! Böyleyken bir yazıda nasıl olur da insan kesin yargılardan bahsedebilir?”
Kesin olmanın belli faydaları da vardır diyebilirsiniz. Öncelikle yazmayı kolaylaştırır. Bir tarafı tutmanız daha zevklidir. Kendinizi rahatlıkla iyi ve dürüst bir konumda tutabilirsiniz. Siz ve sizin gibi düşünenlerin hepsi çok iyi insanlardır. Karşı fikirde olanların hepsi de dünyadaki kötülüklerin kaynağıdır nasılsa! Bu size kendinizi iyi hissettirebilir. Oysa
Gabriel Garcia Marquez ne diyordu, “Kesin olan tek şey ölümdür albay”
Tereddüt dediğimizde
Peyami Safa (Server Bedi) ‘yı anmadan geçemeyiz, bir kitaba adını vermiş bu sihirli kelimenin, ama toparlayıp kitaba dönmemiz lazım, yoksa vazgeçeceğim yazmaktan. Bu kadar kalın ve iddialı bir kitaba güzel bir şey yazamazsak mahcup olmak var şimdi. Bu duruma düşmek istemem. Nerden başladık bu tuğlaya, karantina günleri olmasa kahrı çekilmezdi, ama Tolstoy bu kadar zorlamışsa bir bildiği vardır mutlaka. Ama yine de bir yere bağlayacağımı sanıyorum, bir ışık gördüm sanki, biraz daha devam edeyim, sonra paylaşıp paylaşmamaya karar veririm.
Yeşilçam filmlerinde kötü adamlar çok belirgindir bu yüzden. Yönetmen istediği fikri veya kişiyi hedef tahtası haline getirebilir. Bu dönemde yapılmış bazı filmlerde görmeye alıştığımız belirgin tipler vardır mesela, dünyanın bütün kötülüklerini kendilerinde bir araya toplamışlardır, başka kimseye kalmasın diye. Mesaj sanatın çok daha önündedir, edebiyattaki didaktik anlatımın perdeye yansımış halidir. Bu tür filmlerde karakterler başladığı konumda film bitene kadar hiç değişmezler. Bütün dünya her an, her saniye değişirken onlar geldikleri gibi iyi veya kötü olan özelliklerini korurlar. Biz daha kolay tanıyalım diye!
Benzer şekilde,
Felatun Bey ile Rakım Efendi ‘de herkesin yeri bellidir. Bir tarafta iyi, diğer tarafta kötü insanlar! Lütfen iyiler kötülük yapmaya kalkmasın, kötü olanlar da zinhar iyilik emaresi göstermesin, ayırması zor oluyor yoksa! Keşke hayat bu kadar kolay olsaydı. O zaman daha hazırlıklı olur, kimseden kolay kolay darbe yemezdik. Hem de en yakınlarımızdan, en iyi tanıdığımızı sandığımız kişilerden. Nerde yetişiyor bu kötü adamlar, önceden kodlanıp mı geliyorlar? Yoksa bir mücadele, ikircikli bir hal, bir tereddüt mü var? Kitaba giremedik değil mi hala? Aksine tam içindeyiz Tolstoy’un dünyasının…
Hangi karakterler üzerinden bu tereddütleri ustalıkla aktarır bize Tolstoy?
- Anna’nın kocası ve Vronskiy arasında yaşadığı gel-gitler,
- Anna’nın Vronskiy’i kıskanıp kıskanmaması, sevilip sevilmediğini sürekli sorgulaması
- En istikrarlı görünen Levin’in kitiye önce aşık olup kaçması, tekrar aşık olduktan sonraki evlilik, mutlu yaşam ve intihar arasındaki gel-gitleri,
- Levin’in inançsızlığı, Tanrı ve din kavramıyla ilgili yaşadığı sorgulamalar,
- Levin’in Anna’ya karşı duygularında yaşadığı tereddütler,
Daha fazla detaya girmeden şunu söyleyebiliriz ki; roman boyunca her şey, herkes değişim içindedir. Özellikle de Anna. Hangi dönüşümler olduğu iki ana karakterde daha belirgin olarak gözümüze çarpar;
- Aleksey’nin mutlu bir kocadan, eşine göz yumup durumuna razı olan aşağı bir konuma, daha sonra affediciliğiyle gönül yüceliğine varan dönüşümü,
- Anna’nın güler yüzlü bir azizeden yuva yıkmaya razı bir iffetsizliğe, daha sonra mutluluğun da, hayal kırıklığının da zirvesine çıkan dönüşümünden bahsedebiliriz.
Bundan daha önemlisi, bu dönüşümleri okuyucunun izlemesine de olanak vererek, bir sonrasında ne olacağına dair merak uyandırır ve bu merakı diri tutar. Bu yüzden Tolstoy’un bu eserine tereddütün başyapıtı diyebiliriz belki de. Dünyanın en önemli 125 yazarı tarafından “günümüze kadar yazılmış en iyi roman” seçilmiş bir kitaptan bahsediyoruz. Çok iddialı söylemeyelim yine de. Zamanla bu da değişebilir, kolayına kaçıp eleştirdiğim duruma düşmek istemem :)
Marquez karakterleri çoğaltır ve özellikle aynı isimleri kullanmayı tercih ederken bile, kitabın başına aile soy kütüğünü çizerek karakterleri takip etmemizi kolaylaştırmayı tercih ediyordu. Burada ise 10 katı hacimli bir eserde bu karakterlerin yakın çevresini ve hikâyelerini unutmadan ve kitabın ana ekseninden kopmadan yapılan dönüşlerle izleyebiliyoruz. Moskova ve Petersburg’daki herkesi tanıyacak kadar belki de :) Bu dönüşler kitaba bir bütünlük ve ahenk katıyor. Birçok farklı hikâyenin anlatıldığı bir eserde bu nokta çok önemlidir çünkü. Bu kadar farklı hikâye içinde gezerken ana hikâyenin aklınızda kalması ve diğerleriyle bütünlük içinde olması lazım. O kısma ne zaman gelecek ve nereye bağlayacak diye düşündüğümüz ana eksendir burası. Tabi okuyucunun romandan kopmamasında bölüm başlarının net çizgilerle ayrılmış olması ve bu bölümlerden önce okuyucunun hazırlanmasını da buraya ilave edebiliriz. Ama nereden bakarsak bakalım, büyük bir orkestra şefi ustalığıyla karakterlerin ve hikâyenin taşındığını kabul etmemiz gerekir.
Sıkılıp yazmaktan vazgeçtiğim, tereddüt ettiğim yerler de oldu tabi…
- Yerel yönetimler, il seçimleri ve siyasetin işlendiği bölümlerde,
- Tarım, tarım politikaları, toprak köleliği, işçiliğin tarımdaki konumunun tartışıldığı bölümlerde
- Polonyanın Ruslaştırılması üzerinden bir ülkenin başka bir ülkeyi hâkimiyeti altına almasında kültürün ve nüfusun etkilerinin tartışıldığı bölümlerde,
- Okul ve eğitimin toplumun üretmesi ve gelişmesi için gerekli olup olmadığı ve kadınların da bu eğitimden faydalanmasının gerekli olup olmadığının tartışıldığı bölümlerde,
bunu hissettim ve kafamın karıştığı oldu. Bu kısımlarda bile farklı fikirlerin tartışılmasına olanak sağlayan bir zenginlik göze batıyordu. Sonra karakterler kendilerinin bile farkında olmadığı yönleriyle anlatılmaya başladıkça yazarın neden büyük bir yazar olduğunu, bu kitabın da bu kadar kalın olduğu halde neden yıllardır bu kadar çok okunduğunu anladım.
Olay örgüsü ve romancılık dışında üç noktaya dikkat çekerek incelememe son vermek istiyorum. Birincisi, askerler ve subaylar roman boyunca hep ön planda olduğu için Türkler ve Türklerle olan savaşlara, Sırplar ve Bulgarlar aracılığıyla sürekli göndermeler yapıyor Tolstoy. Ama burada bile düşmanın da insan olduğundan bahsediyor cesaretle ve savaş kararlarını veren rahat kesimler üzerinden tereddütler çıkıyor yine karşımıza…
İkinci olarak, Tolstoy’un Anna gibi evi terkederek bir tren istasyonunda hayatının sona ermiş olması büyük bir trajedidir roman için. Bunu da not olarak paylaşma gereği duyuyorum. Belki Tolstoy ne kadar tarafsız olmaya çalışsa da Anna’ya karşı haksızlık yapmış olabilir.
Son olarak, bu kitaba da daha önce bir kez başlayıp yarım bırakmıştım. Eğer bir kitaptan keyif almak istiyorsanız ilk okuyuşta yarım bırakın. Daha sonra keyifle okursunuz. Bu iyi bir yöntem olabilir. Bende bu yöntem işe yarıyor :))
Keyifli okumalar…