klişelerden uzak bir romantizmdi bence. okurken yalnızca ana karakterlerin birbiriyle olan ilişkisine değil, ayrı ayrı hayatlarına da yer vermiş yazar. ki bu çoğu zaman esas hikayeden kopmak ve okuyucuyu sıkmak demektir; ancak yazar bunu güzel bir şekilde toparlamış, karakterlerin birbirinden bağımsız hayatları beni sıkmadı, merak bile ettim. kitabın ilk baştaki çoğu kısmı da bu yönde hatta ama dediğim gibi baymıyor. yazar duyguyu da iyi aktarmış bence, Tiffy'nin eski ilişkisi üzerine yaşadığı kaygıyı, stresi, korkuyu, endişeyi, o basıklığı hissedebildim. Leon'un hissettiği üzüntüleri de aynı şekilde hissettim. kitabı daha amerikanvari bekliyordum aslında, hikayenin çok fazla ilişki üzerinde dönmesini falan. kendi adıma konuşmak gerekirse çeviri romanları, temeli ingilizce olduğundan mıdır nedir, hikaye sürekli amerikada geçiyormuş gibi kabul ediyorum. çoğu romanda bu değişmiyor, örneğim İngilterede geçen bir romanı, ingiltereye dair bir şehir, bir özellik geçmeden kavrayamıyorum. ancak bu yazarın dili, yarattığı atmosfer, karakterleri o kadar ingiltereye özgüydü ki, buram buram o havayı aldım. kitap güzeldi beni tek rahatsız eden Leon'un kısmındaki diyalogların yazılma tarzıydı, niçin öyle yazıldı acaba? Richie'nin bir hikayesi var mı merak ediyorum. umarım yazar ona da bir kitap ayırır. kitap güzeldi bence okunmaya değer.,