Ahlakın bir toplumda varoluş tarzı, toplumun nasıl ve hangi süreçlerden geçerek var olduğu; toplumun kurucu öğesi ile koordinasyonunun nasıl gerçekleştiğini ifade eden süreçleri ya da göstergeleri ifşa eder.
ahlak ilkelerinin kendisinden değil; dışarıdan gelen sesin gücünden, aciliyetinden ve onu alımlamada öznenin duyarlılığından kaynaklanır. Öyleyse ahlak, süjenin önce kendi dışına taşarak, daha açık bir ifadeyle kendi sınırlan ile deneyimin tüm yaptınmlarmı aşarak ve daha sonra ideale/değere doğru yol alıp, yeniden kendine dönüşüyle gerçekleştirdiği bir hadiseyi temsil eder.
Hatırlanmalıdır ki yaşadığımız hayatta varlık, bilgi ve değerin inşa edilebileceği, tezahür edeceği yegane zemin şahsiyettir. Şahsiyet olmaksızın varoluşun, bilginin ve değerlerin gerçekleşmesi mümkün olmaz.
Bugün pek çok halimizle ahlak fukarası bir toplum görüntüsü verdiğimizi itiraf etmek gerekir. Bu husus her birimizin yaşadığı ya da karşılaştığı pek çok hadisede kendisini ziyadesiyle göstermektedir. Peki, neden bu haldeyiz ve nasıl bu hale gelebildik.? Biz mi ahlakı bıraktık ya da ahlak mı bizi bırakn? Sahip olduğumuz değerler niçin bizi dönüştürmüyor? Değerlerimiz ahlaki bir kişilik inşa edilmesine kafi gelmiyor mu? Yoksa ahlaka dair bildiklerimiz yanlış ya da hatalı mı? Bu sorulara kestirmeden bir cevap olarak, felsefi açıdan karşılaşnğımız sorunun "ahlakı" ya da "ahlaki eylemi" niçin üretemediğimiz hususu olduğunu söyleyebiliriz. Bu noktada yaşadığımız ahlak krizini doğru tahlil edebilmek için "ahlaklı olmalıyız" türünden nutuk ve vaazların ötesine geçip sorunumuzu samimiyetle teşhis etmemiz ve meseleyi çeşitli boyutlarıyla bir şekilde yeniden anlamamız gerektiğini hanrlatmaya gerek olmadığını düşünüyorum.
Yaşanan bu çaresizlik öncelikle savunduğumuz değerlere dair bağlılığımızı azaltmak.ta sonra da savrulmalara sebep olmaktadır. Tüm bunların üstesinden gelmek ahlakı ve içinden geçtiğimiz durumu/çağı yeniden anlamayı gerektirmektedir. Zira sorun, ahlakın kendisinden çok ahlakı nasıl algıladığımız veya ona dair idrakimizle alakalı olduğu noktasında düğümlenmektedir
Ahmet İnam'ın ifade ettiği gibi "Nasıl ezmeden, ezilmeden, hak yemeden, karşımdaki insan yüzünü yok saymadan, maske takmadan, yalana başvurmadan, bencil olmadan, sanki öyle değilmiş gibi davranmadan, sadelikle, ahlakla, estetikle yaşayacağım?"1