Claes Rålamb

Claes Rålambİstanbul'a Bir Yolculuk yazarı
Yazar
9.0/10
2 Kişi
9
Okunma
0
Beğeni
355
Görüntülenme
Aslında, Venediklilerin başarılı olmasının gerçek nedeni onlardan rüşvet alan ve işleri düşmanın çıkarına göre yürüten hükümet mensuplarının ihanetiydi. Bu tutum, Fran­sız elçisinin fitne ve entrikalarının baştan çıkarttığı bir dizi sadrazamın görev süresince devam etti. Ancak şimdiki sadrazam olan Köprülü Mehmed Paşa onlardan rüşvet almaya tenezzül etmeyen ve padişahın adı ile devle­tin çıkarlarını korumak için gerçek çaba gösteren biridir. Padişah bugüne kadar bir çocuktu, dolayısıyla devlet işlerinin nasıl yürüdüğünü anlayamı­yordu; ama sadrazam ona Venediklilerin devletine karşı kazandıkları başa­rının nedenlerini anlattı, ardından rüşvetçi vezirlerine yol verdi, Venedikli­lere alet olacak kadar alçaldığı için Fransız elçisine ağır hakaretlerde bulun­du, onu uluorta ihanetle suçladı ve tercümanını birkaç ay hapse yolladı.
İsveçliler;
Onlar öyle bir millettir ki parmaklarını sokacak bir delik bulsalar onun içine bütün gövdelerini sokmadan pes etmezler.
Sayfa 51 - Kitap YayıneviKitabı okudu
Reklam
Son zamanlarda Germen İmparatoru ile Avusturya hanedanına fazla güven duyulmamıştır. Bununla birlikte, Osmanlı tahtına peş peşe oturan sultanların yetersizliği yüzünden, barış onların saltanatla­rı süresince sürdürülmüştür.
Türk İmparatorluğunun esas gücü birbirini dengele­yen Yeniçeri ve Anadolu Sipahilerinin elindedir, şöyle ki, biri ne zaman ötekine karşı güçlen­meye başlasa, karşı taraf bunu dengelemek için hemen harekete geçer. Padişahların en büyük marifeti ve güvencesi bu dengenin korunabilme­sindedir.
Bir zamanlar aralarında doğruluk ve inanç egemendi, ama şimdi öyle değildir ve bir Türk, kendi dindaşından çok, bir Hıristiyana güvenir.
Türkler için birinin geldiği yoldan dönmesi uğursuz­luktur.
Reklam
Türkler araların­ da paradan söz ettikleri zaman yüzlerden ya da binlerden söz etmezler, ge­nellikle şu kadar torba ya da kesederler.
Aslında, Türklerin şimdiki durumları yakından incelenirse ve bu durum, on­ları imparatorluklarını genişletmeye götüren ulusal özellikleriyle karşılaştı­rırsa, bu koca mekanizmanın yıkılmak üzere olduğu izlenimi edinilir. Bir kere, eskiden savaş sanatıyla uygulamalarına düşkündüler ve süregiden bir barış kadar kaçındıkları şey olmazdı; şimdi ise
Türkler için, birinin geldiği yoldan dönmesi uğursuzluktur.
Sayfa 105 - Kitap YayıneviKitabı okudu
Kahve
Mısır'da yetişen bir çeşit bezelyedir. Türkler bunu değirmende çekerler ve suda kaynatarak "brandy" niyetine içerler. Onu kaynar derecede iken yudumlarlar ve kendilerini bunun nezleyi geçirdiğine, mideden yükselen buğuların başa çıkmasını önlediğine inandırırlar.
Sayfa 53 - Kitap YayıneviKitabı okudu
Reklam
Köprülü Mehmed Paşa, sipahiler bastırıldıktan sonra yeniçeriler yeniden başkaldırmaya kalkışınca, onları zapturapt altına almak için sipahilerden yararlandı. Çanakkale Boğazı yakınlarında, savaş sırasında görevlerini yapmadıkları gerekçesiyle yüzlerce yeniçerinin yanı sıra on yedi Çorbacı ile Kahya beyi idam ettirdi. İki taraf arasındaki güve­ni yok etmek için de idam işlemlerini sipahilere yaptırdı. Böylece, Türk İm paratorluğundaki bu iki müthiş gücü birbirine düşürerek sınırlandırdı. Öy­le ki ne Sipahiler ne de Yeniçeriler, kendilerini hiçbir zaman bugün oldu­ğu kadar düşkün durumda bulmamışlardır.
Eflakda altın ve gümüş damarları da vardır ama Türkleri heveslendirmemek için kimse onları aramaya cesaret edemiyor.
Tibiscus ve Bodrack ırmak­ları Tokay'da birleşir: Her iki ırmak da çok büyük ve yağlı balık türleriyle doludur. Sakinleri bir öğüne yetecek kadarından fazlasını tutmazlar, artan­ları gerisingeri dereye atarlar, çünkü ne zaman olsa istedikleri kadar balığı yeniden tutabileceklerini bilirler.
Kahve ile tütünün içimi, Türkler'in başlıca oyalanma şekli ve birbirlerine başlıca ikramlarıdır. Bu sebeple seçkin kişilerin oturma odalarının bitişiğinde, kahve dolu bir ibriğin sürekli olarak kaynadığı, bu işe ayrılmış özel bir oda bulunur.
Sayfa 53 - Kitap YayıneviKitabı okudu
İstanbulda binlerce yırtıcı kuşu beslerler, o kadar ki bunlar İstanbul göklerini sinek gibi doldururlar. Her sabah pencerelerden dışarı, bunların yere düşürmeden büyük bir maharetle kaptıkları küçük et parçaları atılır.