İslam'a dayalı çökmüş bir imparatorluğun küllerinden Türkiye'yi çıkaracak, laikliğe ve Batılılaşmaya yöneltecek Mustafa Kemal'in elindeydi. Doğuda İran, dört yüzyıl boyunca üzerinde gölgesini hissettiği Osmanlı baskısından sıyrılıyordu. Kaçar hanedanı adeta ölüm döşeğindeydi ve karizmatik bir asker olan Rıza Han, 1979 yılındaki İran devrimine Kader İran'ın yönetecek olan Pehlevi hanedanı kurmaya hazırlanıyordu. Türkler de, iranlılarda kim oldukları hakkında köklü bir bilince sahip halklar olarak, değişen dünyalarına adım atıyorlardı.
İstanbul'un 1453'te fethinin sonraki 60 yıl içinde, Osmanlı kentine birçok yeni ad verildi. Konstantinopolis, Konstantiniyye şeklinde Arapçalaştırıldı. Çoğu kez de Asitane-i Saadet olarak anıldı. Ama bunların en çarpıcısı, "İslam şehri" anlamıyla yeni türetilen İslambol adıydı. Yeni isimlerin en kalıcısı İstanbul ya da Stambul oldu. Bu adın kökeni pek kesin olmamakla birlikte, muhtemelen "İstanbul" Yunanca "şehirde" anlamına gelen "istinpolin" sözünün Türkçe versiyonudur.
Jüstinyen görkemiyle daha önce yapılan bütün kiliseleri gölgede bırakacak bir kilise inşa ettirmeye kararlıydı. Binanın yapımında 10.000 kişiyi görevlendirdi ve içinin baştan aşağı mozaikle kaplanmasını emretti; inşaatta yaklaşık 18.000 kilo gümüş kullanıldı. Ne var ki, Hıristiyanlığın Doğu'daki simgesi, "Doğu İnanç"ın odak noktası olan bu yapı, 29 Mayıs 1453'te Hıristiyan kilisesi olmaktan çıktı. O gün bu yapı yeni İslamlaşan bir kentin en ulu camisi oldu.