Yazar, kanalları ve parklarıyla ünlü Berlin ve Amsterdam’da geçirdiği günlerini kitapta ustalıkla betimliyor.
Bir yandan bu kentlere ilişkin metinler üretirken bir yandan geçmişin izlerini sürüyor. Yabancılık, yalnızlık, hüzün, sevinç, yaşamın tüm sıradanlığı ve tuhaflığı içinde yazarın lirik anlatımında can buluyor.
Birinci tekil ağızdan anlatılan kitapta bir erkeğin iç konuşmaları, erotizme olan ilgisinden de bahsediliyor.
Ana karakterin şehire gelme sebebi olan sevdiği kadını bulma çabaları da okunmaya değer. Onun gezebileceği her yere gitmesi, telefonunu, adresini araması...
Sonunda onu bulabilecek mi peki? Ya da sonuçsuz mu kalacak bu çaba?
'' Ne üzüntülerimi derinleştirebildim orada, ne sevinçlerimi gerçekten duyabildim. Sadece duyguların kendi üzerine katlanışı, açılan damarın kendi akıttığı kanın pıhtılaşmasıyla tıkanması, süreksiz bir süreklilikti yaşadığım. Sessizliğin içi boş şiiriydi.''