Uzanıyor göğe zeytin ağacı
Eğilmiş bir dal kesiyor yolumu
Dün asmıştım hüznümün yeleğini, kurusun diye
Onu soruyor, doğa sınıyor
Ilık bir rüzgâr savuruyor saçlarımı
Belli ki kurumuş yeleğim
Karışmış toprağın kalbine
Boy veren filizleri izliyorum
Narin bir genç kız gibi edalı
Doymuş suya, eğmemiş başını,
Biliyor, akacak ırmak nasılsa
Gücümü hatırlatıyor yeniden
Sırtı bile güneşle sıvazlı
Duruldum coşkun bir şelaleyken
Küçük bir akarsuyum şimdi
Dinginlik döndürüyor başımı
Tevekkülün hafifliği
Balıklar yüzüyor sinemde
Hiç yük yok omzumda
Sazlıklar dalgalanıyor, kulak kesiliyorum
Yenilgilerimden doğan zaferimi kutluyor kuşlarla
Büyüyorum
Oyalanışlar uzaklaştı çoktan
Bencillikler uğramadı ruhuma
Bu ses isyanın sesi
Elimden kayıp giden zamana
Boşuna değil doğaya dönüş
Yaprakların fısıldayışına,
Ağacın mağrurluğuna,
Gereksiz değil uzun uzun gökyüzüne bakıp
Adımları saymak toprak yolda
Zorla değil tefekküre dalmak
Anlam yüklemek yaşananlara
Kolay değil küçük bir kalbi bir dünya yapmak
Bakar iyi niyete, derin ruha
Sayıkladığım hayıflanmalar
Ağlayış değil
Lafta değil çırpınmalar
Ben derinlik arıyorum, boşluk değil
Sonsuzluğu tatmak istiyorum
Geçici durakları değil
"...Sormuyorum artık
Çıkmayan kronik ahlarımın
Geç kalışı neden diye
Bir kâhin duruşu içimde
“Tanrı uludur!” diyor
Küresine sıkıca sarılırken
Diriliyor domino taşları
Güzelleşiyor yaşamın altı üstünden
Sancılı bir kelebeğim
Kaygan toprakla örtülü
Doğuruyor beni heyelanım"
"Kelebek", Elif Burcu Özkan