"Sonra bir dağı buruşturur gibi bakmıştık kalın ciltli kitaplara
Kâğıt yere serilirse gürültü koparmış şiirden
Laf işte, sabahtan akşama kadar insanı dolandıran!
Raydaki tren, trendeki adam, adamın belindeki öfke
Usulca toplamıştık ağaçla mürekkebin arasında yatan harfleri
Üzgünlük, seni severim bilirsin
Bizim evin balkonunda çay içmişliğin bile var senin
Şimdi de bana, yalnız tavşanlar mı küser dağına
Bana ömrün gönlünü alacak sözü getir"
Sana tapu bilmez yörükler arasında rastlıyorum
Ceketini mekan tutmuş yorgun adamlar arasında
Onların suya can verecek kurnalarında serinliyorum
Kanla çevrilmiş haritalar arasında sen yoksun!
Sana fabrikalar arasında buharlaşanlar arasında rastlıyorum
Güvercinlerini paydos saatinde salacaklar arasında
Onların soğuk yemek yediği taslarında doyuyorum
Kinle sıkılmış yumruklar arasında sen yoksun!
...................
sonra bir dağı buruşturur gibi bakmıştık kalın ciltli kitaplara
kağıt yere serilirse gürültü koparmış şiirden
laf işte, sabahtan akşama kadar insanı dolandıran..
"Ey yüzüne baktıkça ayağı başına dolanan çiçek bozuğu dünya
Telef canım sana kurşun atar, yetmezse canımı çatarım alnına
Geçsin ömrüm, savaş meydanına gül suyu taşımakla geçsin
Âdem'in boğazını alan elmadan, varsın tek lokma düşmesin ağzıma"
(Ağır Tebessüm- E.Özmen) Meydan Dayağı
.......
Gelin alın beni saat denen değirmenler
Yün eğirenler, dönme dolaplar, vızır vızır çay ocakları
Gelin alın beni mide haplarım, migrenim, beyhude heveslerim
Gün boyu gezen sokak itleri, kahvedeki tepsiler, dolan küllükler
Gelin alın beni ayak bağı şiirler, raylarda fokurdayan trenler
Eski sandallar, eski davullar, eski saraçlar, eski çerçiler
Gelin alın beni gözümün alamadığı Aydın Ovası'nın sakinleri
Yalınayak çocuklar, incir sepetleri, harbi sarhoşlar
Birileri var yanımda, ısrarla toprağa otururlar
Topraktan efkârla kefen parası çıkaranlar.
.........
üzgünlük,
seni severim bilirsin
bizim evin balkonunda çay içmişliğin bile var senin
şimdi de bana, yalnız tavşanlar mı küser dağına
...
bana ömrün gönlünü alacak sözü getir..
Sabah olunca beni aynalara çarpan kimdir
Gözlerimi zalim avcıların eline bırakan
Koltuğumun altına rüzgâr sıkıştırıp
Cümlemi dağlara savuran
Kimdir ağzımdaki ıslığı gençliğime mıhlayan
Elini kalbime sokup çiçeklerime saldıran
Kaç yıldır derenin önüne taşlar diziyorum
Akşam olunca beni karanlıktan çıkaran kimdir?
Kimdir pılısını pırtısını getirip kapıma yıkan
Nacağını sevda niyetine boynuma dolayan
Sırtımın tenha yokuşunda testiler kırıp
Dilime bir kez olsun çeşme diye abanmayan
Söz alırken ağzımı dikenlerle dolduran kimdir
Saçıma tutunup kaburgama saplanan
Yıllardır güneşi sırtımdan indirmiyorum
Gece olunca beni aydınlığa gözü kapalı atan kimdir
İnsanlar durur, taşlar durur, biz koşmaklıyız
O bahçeyi, kesilen karpuzu, akan suyu sakın unutma
Hani Kaş yapalım derken çılardığımız hıçkırıklar
Çimenlerde yatan köpekler arasında uyanmıştık
İşte ona say
"Üzgünlük, seni severim bilirsin
Bizim evin balkonunda çay içmişliğin bile var senin
Şimdi de bana, yalnız tavşanlar mı küser dağına
Bana ömrün gönlünü alacak sözü getir"
(Engin Özmen-Kurtuluş Bir Semt Adıdır)
Engin sen kağıt, sen kalem buldun diye
Bunca şiirin altına bin zahmetle girdin diye
Bunca şiirden bir sen çıkamadın diye
Yazdın, sildin, sonra tekrar en başa gittin
Sen hiçbir şeyin sonunu getiremedin
iYi misin?
"Ben bu yalnızlığı eski ağaçlara astım
Sen dut de, ben ağaçta sallanmak
Silah sesleri geliyor on üçümden
Dal bir, gölge iki, kırılmak üç
Üşenmedim sesi parmaklarımla saydım"