Ve istiyorum ki, renk renk kitap sırtlarından yükselen istek rüzgârı beni yeniden sarsın ve içimin bilinmez bir köşesine çöken o ağır kurşun külçesini eritip yarının sınırsızlığını, düşünceler evreninde kanat çırpan neşeyi içimde yeniden uyandırsın. Kaybolmuş gençliğimi bu rüzgâr bana geri getirsin istiyorum.
Kaçağız biz. Kendimizden kaçıyoruz. Hayatımızdan. On sekiz yaşında idik; dünyayı, hayatı sevmeye başlamıştık, sevdiğimiz bu şeylere kurşun sıkmak zorunda kaldık. Patlayan ilk mermiler kalbimize saplandı. Çalışma, çaba, ilerleme kapıları kapandı bize. Biz bunlara artık inanmıyoruz.
"İnsanın tutunabileceği bir şey olmalı, bunu anlamıyor musun? Birinin beni sevmesini istiyorum, o zaman o bana tutunur, ben de ona! Yoksa insan sonunda kendini asar!"
Ne tuhaf, dönüp gelen bu hatıraların iki niteliği var: Birincisi sessizlikle dolu oluşları; bu, onların en kuvvetli tarafı. Sonra gerçek olmadıkları halde gerçek etkisi bırakmaları. Sessiz görüntüler bunlar; kelimesiz, hiç konuşmadan, bakışlarla, tavırlarla bana bir şeyler söyleyen görüntüler. Susuşları öyle dokunaklı ki,...