Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Gönderi Oluştur

Friedrich Kress von Kressenstein

Friedrich Kress von KressensteinSon Haçlı Seferi - Kuma Gömülen İmparatorluk yazarı
Yazar
7.0/10
1 Kişi
3
Okunma
1
Beğeni
1.156
Görüntülenme

Friedrich Kress von Kressenstein Sözleri ve Alıntıları

Friedrich Kress von Kressenstein sözleri ve alıntılarını, Friedrich Kress von Kressenstein kitap alıntılarını, Friedrich Kress von Kressenstein en etkileyici cümleleri ve paragragları 1000Kitap'ta bulabilirsiniz.
Birinci Gazze Muharebesi
27 Mart günü öğleden sonra Gazze’ye geldiğim zaman şehrin üzerinde yalnız düşmanın hafif topçu ateşi vardı. Binbaşı Tiller’i cesurca mukavemetinden dolayı tebrik edip kendisinden olanlar hakkında tafsilatlı rapor aldıktan sonra İngilizlere karşı mukabil bu taarruza geçip geçmemek gibi zor bir karar karşısında bulunuyordum. Her türlü taarruzdan bizi kayıtsız ve şartsız men eden Cemal’in bir telgrafı beni bu hususta bir karar almaktan kurtarmış bulunuyordu. Paşa, birkaç gün sonra muharebe meydanını teftiş etmek ve kıtalara cesurane müdafaalarından dolayı teşekkür etmek için cepheye geldiği vakit beni, işlerime yapmış olduğu yeni müdahalesinden dolayı canım sıkılmış bir halde görünce bana şöyle demişti: “Sevgili dostum, emriniz altında bulunan kıtaların Alman değil, talim ve terbiyesi henüz o derece ilerlememiş olan Türk kıtaları olan olduğunu unutmamalısınız. Müdafaada Türk piyadesinden her şeyi talep edebilirsiniz; fakat taarruzda o, cesur olmakla beraber bu hususta gerekli olan talim ve terbiyeyi görmemiştir. Taarruz hakkındaki Alman düşünceleriniz güzel ve iyidir amma sizinkiler gibi subay ve astsubaylar olursa! Fakat burada siz, Türklerle çalışmak mecburiyetinde olduğunuzdan bu husustaki bilgilerinizi değiştirmek mecburiyetindesiniz.” Cemal, şüphesiz bu sözlerinde haklıydı. Fakat bilgiyi değiştirmek kolay bir iş değildi! Evet, o bilgi ki hemen yirmi sekiz senelik hizmet müddeti içinde her gün işletilmiş ve talimlerle kökleştirilmişti.
Sayfa 275 - Yeditepe Yayınevi; 1. Baskı: Kasım 2007, İstanbulKitabı okudu
Çölün Tahliyesi
Kuyunun karşısında çölün bu civarında yaşamakta olan bir Bedevî kabilesinin şeyhine rast gelmiştim. Alışılmış olan selâm merasiminden sonra tercümanla şeyhe sordum: “Motorlu tulumbalarımızı söküp kaldırdıktan sonra bu güzel, suyu bol kuyu ile ne yapacaksın?” Aşağıdaki cevabı aldığım zaman hayret içerisinde kalmıştım: “Onu derhal kapatacağım; eğer böyle yapmazsam komşum olan kabile bundan istifade etmeye kalkacak bu da aramızda ebedî bir niza ve harp vesilesi olacak”.
Sayfa 233 - Yeditepe Yayınevi; 1. Baskı: Kasım 2007, İstanbulKitabı okudu
Reklam
1914 Ağustosu’nda İstanbul
Kendisine başkomutan vekili olarak Osmanlı Devleti’nin bütün harp kuvvetlerinin sınırsız emir ve komutası verildiği zaman, Tuğgeneral Enver 33 yaşında bulunuyordu. O, basit bir aileden yetişmişti. Pek genç subay olarak Makedonya’daki çete harplerine katılmış, genç yaşlarında Selanik’te daha o vakit gizli bir ihtilâl komitesi olan İttihat ve Terakki’nin gayretli bir üyesi olmuştu. Radikalizmi, mahareti ve ataklığı dolayısıyla pek az sonra onun partide bir başrol oynadığı anlaşılmaktadır. 1909 irtica vakasının (31 Mart Vakası, Ç.N.) bastırılmasından sonra, iyi Almanca konuşan Enver, Berlin Türk Sefareti’ne ateşemiliter olarak tayin edilmişti. Berlin meclislerinde çok fazla şımartılan Enver’i ben o vakit zarif, kıyafeti iyi, mütevazı ve pek mahcup bir subay olarak tanımıştım.
Sayfa 10 - Yeditepe Yayınevi; 1. Baskı: Kasım 2007, İstanbulKitabı okudu
Von Kress’e göre, “Türk idarecileri uzun müddetten beri Şerif’e güvenmenin doğru olmadığını biliyorlardı. Bundan dolayı Cemal Paşa genel valilik makamını işgal ettikten sonra Şerif’le iyi münasebetler sürdürmek ve ara bozabilecek her türlü bahane ve vesileden kaçınmak için son derece gayret sarf etmişti.” Von Kress, 1916 ilkbaharında isyanın ayak seslerinin işitildiğini söyler ve bu koşullarda dahi Cemal’in tutumunu değiştirmemesine hayret eder; “Cemal daha o zaman bir felaketin kopmak üzere olduğunu iddia ediyordu. Fakat buna rağmen Şerif’in ricasını kabul ederek kendisine büyük miktarda para göndermesi anlaşılmaz bir durumdur.”
Süveyş Kanalı’na Hücum Hazırlığı
Diğer önemli bir zorluk da, bizim dilimizdeki kısa ve kesin emir tarzımızın doğuluya bir kamçı tesiri yapması ve onlar tarafından bu lisan tarzının kaba bir nezaketsizlik ve hakaret olarak algılanması olmuştu. Bundan dolayı mütercim, biz Almanlar tarafından kaleme alınmış emir ve yazıları kelime kelime çevirmekten kaçınarak, doğulu mantalitesine uygun bir şekle sokmak mecburiyetinde kalmıştır. General Von Falkenhayn, Filistin cephesinin komutanlığını üstlendiği zaman bu meseleyi hiç ciddiye almamış ve emirlerini, Berlin Şark Dilleri Öğretmen Okullarında Türk dilini öğrenmiş olan Almanlara tercüme ettirmiş olmasından dolayı, Almanya’daki şöhretini kendi komutası altında bulunan Türk birliklerinde koruyamamıştı.
Sayfa 69 - Yeditepe Yayınevi; 1. Baskı: Kasım 2007, İstanbulKitabı okudu
Yıldırım Ordular Grubu - 8. Ordu Komutanlığım
General von Falkenhayn Almanya’dan beraberinde 100-150 kişi kadar Alman subay ve memurları getirmişti. Bunların bir teki bile Türkiye‘yi ve Türk ordusunu tanımıyordu. Yalnız uçak birliği komutanı, cephemizdeki 300 numaralı uçak müfrezesi komutanı olarak bulunduğu için, bizimle birlikte savaşmıştı. General von Falkenhayn, kendi tabiriyle Türkleşmiş olarak kabul ettiği bütün unsurları maiyetinden uzaklaştırmıştı. Türkleşmiş dediği kişiler; tecrübe sahibi olmuş, doğuda dikkafalılıkla hareket edilemeyeceğini öğrenmiş, müttefikimizin kendine has olan tarzını ve cephenin özel şartlarını hesaba katmakta olan Alman subaylarıydı. General von Falkenhayn da açlık, susuzluk, iklim ve müttefikimizin kendine has tarzının kendi emir ve iradesine ve büyük enerjisine galebe çaldığını görmek suretiyle bu tecrübeyi bizzat kendi de edinmişti.
Sayfa 316 - Yeditepe Yayınevi; 1. Baskı: Kasım 2007, İstanbulKitabı okudu
Reklam
Kış Konağı
İaşe durumunun kötülüğü ordu komutanlığını, erlerin ekmek tayınlarını 900 gramdan 500 grama indirmeye mecbur etmişti. Ben, Türk birlikleri komutanlarına harekâtın olmadığı bu istirahat zamanında erlerin talim ve terbiyesi için faydalanmalarını söylediğim vakit aldığım cevap: “Erlerin, iaşenin yetersizliğinden dolayı son derece zayıf ve hasta düştüklerinden talime çıkarılamadığı” tarzında idi. Kötü iaşe sonucunda firar edenlerle düşman tarafına iltica edenlerin sayısı endişe uyandıracak bir raddeyi bulmuştu. Bundan başka bir sürü zehirlenme vakalarına da şahit oluyorduk ki, bunun da sebebi açlıktan dolayı Türk erlerinin ot ve yoncalarla midelerini doldurmaları ve bu arada da zehirli bitkilerin de yedikleri otlara karışmış olmasıydı. Eriha’da bulunan bir taburu teftişi esnasında Cemal bana şunları söylemişti: “Böyle bir birliğin görüntüsünden ümitsizliğe düşmemek için insanda bir Genç Türk cesareti olması lâzımdır. Bu insanların elbiseleri, ayakkabıları, çamaşırları yoktur amma sağlam yürekleri vardır. Biz Türkler her şeye rağmen sonuna kadar dayanmaya karar verdik. Kaybedecek bir şeyimiz artık kalmamıştır; bize yalnız kazanç vardır”.
Sayfa 243 - Yeditepe Yayınevi; 1. Baskı: Kasım 2007, İstanbulKitabı okudu
Kanal’a İkinci Bir Taarruz İçin Hazırlıklar
Birliklerin Enver tarafından teftişi esnasında, ayakkabısı olmayıp yalın ayak gezen bütün erlerin ön sırada dizilmesi için emir vermiştim. Taburlardan birisinde böyle altmış er vardı. Harp sahnemize ayrılan kıtaların mükemmelen donatılacağını vaad eden Enver’e verdiği emirlerin ne kadar yerine getirildiğini göstermek istemiştim. İşte bu davranışım muvaffakıyet temin etmişti. Cemal Paşa ise bana son derece kızmıştı; çünkü doğulu âdetlerinde nezaket, astın üstünü çirkin ve nahoş manzaralarla karşılaşmaktan korumasını gerektiriyordu. Enver’den ise şu sözleri işitmiştim. “Size verdiğim para ile birliklere maaşlarını vereceğinize erlere ayakkabı almalıydınız.” Nitekim 3. Tümen’in subaylarıyla erleri dört aydan beri maaşlarını almamışlardı. Bunlar Filistin’e ulaştıklarında kendilerine iki aylık verdirmiştim. Enver’in gelişinden birkaç gün evvel Bîrüssebi’deki hastaneyi ziyaret etmiş ve orada hoş olmayan birçok şeyle karşılaşmıştım. Çölde ve yığınak mıntıkalarındaki hastaneler, tamamen amele taburlarının hastalarıyla dolmuştu. Bunlar ekseriyetle ihtiyar, sefil ve gıdasız kimselerdir. Enver’in Bîrüssebi’deki hastaneyi ziyaretinde ise orada gördüğüm düzenden dolayı gözlerime inanamamıştım. Hiçbir yatakta birden fazla kimse yoktu. Daha üç gün evvel yerde yatakların arasında yatan hastalardan eser kalmamıştı. Bu işi kurcaladım ve Enver’in gelişinden bir gün evvel yerlerde yatan hastaların develerle çöle nakledildiklerini ve bu suretle Paşa’nın gözüne güzel görünmek istediklerini anlamıştım.
Sayfa 176 - Yeditepe Yayınevi; 1. Baskı: Kasım 2007, İstanbulKitabı okudu
Çölün Tahliyesi
(Sayfa 238-239) (...) Bu münasebetle bir Alman kuruluşunun komutanına şu soruyu sormuştum: “Yüzbaşım niçin sizden diğer Alman birliklerinde olduğu gibi, müttefikimiz hakkında hemen her gün yapılan şikâyetlerden hiçbirisini duymuyorum?” O da bana gülerek şu cevabı vermişti: “Buraya geldiğim gün, buranın ambar memurunu ziyaret ettim ve onunla
Sayfa 238 - Yeditepe Yayınevi; 1. Baskı: Kasım 2007, İstanbulKitabı okudu