Gökhan Evliyaoğlu

Gökhan EvliyaoğluMilliyetçiliğimizin Ön Hedefleri yazarı
Yazar
10.0/10
1 Kişi
5
Okunma
0
Beğeni
396
Görüntülenme

Gökhan Evliyaoğlu Sözleri ve Alıntıları

Gökhan Evliyaoğlu sözleri ve alıntılarını, Gökhan Evliyaoğlu kitap alıntılarını, Gökhan Evliyaoğlu en etkileyici cümleleri ve paragragları 1000Kitap'ta bulabilirsiniz.
Reklam
Kişi arasına giren, kulak tırmalayan kelime­lerden, hele bunların uydurmaca olanlarından hiç hoşlanmam. Tıpkı iki yazar arasındaki münakaşa­ya izinsiz karışıp cıyaklayan uydurma yazarcıklar gibi...
Türk milleti Büyük Millet Meclisine bir an önce sahip olmalıydı. Millet, Atatürk ve arkadaşları böyle düşünüyorlardı. Öyle oldu.
Bozuk bir elektronik beyin gibi, robotlar gibi mekanik ifadelerle herkes aynı dilin aynı kelimelerini o kadar değişik manada, o kadar hatalı kullandı ki ciddi bir memleket meselesinde anlaşmak asla mümkün olmadı.
Türk islam sentezi ihanettir. İşte Kanıtı Tipik Amerikancı
Asya Türklüğü için yaptığı neşriyatla, onların kurtuluşu için açtığı kampanya ile Birleşik Amerika bile Türkiye'den daha fazla Turancılık yapmaktadır.
Reklam
Turancılığa gelince, bu mesele, bugün bir milli ideoloji olmaktan çıkmış, bir insan hakları konusu, olarak millete, hatta Birleşmiş Milletler kanalı ile bütün dünyaya mal olmuştur. Asyadaki esir Türk­lerin davası, esaret altındaki milletlerin davası olarak bütün dünyayı alakadar etmektedir. Asya Türklüğü için yaptığı neşriyatla, onların kurtuluşu için açtığı kampanya ile Birleşik Amerika bile Tür­kiyeden daha fazla Turancılık yapmaktadır. Bütün hür dünyanın ele aldığı bir meseleyi ikide bir dillerine dolayarak bir sağ cenah hareketi olarak göstermek isteyenlerin hangi gayeye hizmet ettiklerini bilmeyen kalmamıştır.
Bkz; 1956 Macar İhtilali
Bazı ülkelerde milliyet­çiler sömürgeci müstevliye karşı silahla mücadele ediyorlar. Bütün dünya onları «milliyetçiler» diye alkışlıyor. Bazı ülkelerde ise milliyetçiler komünist rejimlere ve peyk hükümetlere karşı gizli gizli - ba­zen da Macar ihtilalinde olduğu gibi, taşı, toprağı, dişi, tırnağı ve silahları ile - savaşıyorlar.
Halk için, halkla bera­ber olunmadan milliyetçi olunmaz. Çünkü milli­yetçilik millet sevgisinin fert fert bütün yayılma­sını gayeleri arasına almıştır...
Ulusçuluğun hiç bir şey de­mek olmadığını, milliyetçilik karşılığı olarak bu uydurma kelimenin kullanılamıyacağını, ulusçu­luğun, değil Türk Anayasasında, Türk lugatında bile yer bulamıyacağını belirtmiştik. Biz o yazıyı yazarken, «Tanin» yazarı da dünkü yazısını yazıyordu. Bu sebeple ileri sürdüğü kelime üzerinde kendisini davet ettiğimiz düşünce gay­retini sarfetmemişti.
Reklam
Misalen: Kuvayı Milliye ve Polonya Prometheus'u.
...Daha bir kaç yıl öncesine kadar «mil­liyetçilik adeta modası geçmiş bir «şovenizm» ola­rak mütalaa edilir olmuştu. Milliyetçiliğe düşman sistemlerin bilhassa komünistlerin gayretiyle ve müphem bir beynelmilelcilik cereyanı ile yıpranır gibi olan bu ülkü bir ara o kadar gözden düşürül­mek istendi ki, milliyetçilik adeta ya; 13 - 18 yaş arası gençliğin romantik bir ütopyası yahut toplu­ma zararlı bir taassup telakki ediliyordu. «-Herkes milliyetçidir, ayrıca milliyetçi ol­ırıak ne demek?» gibi bir takım tekerlerneler de dil­lere düşmüştü. Fakat milliyetçiler gerilemediler. Milli ideolo­jileri bayrak edinerek direnmekte devam ettiler. Dünyanın her tarafında milli mücadeleler koptu. Bu mücadelelerde milletten ve hakikatlerden yana olanlara hep «milliyetçiler» denildi. Onlara düş­man olanların «mukavemetçi», «asi», «mürteci» isnadlarına rağmen milliyetçiler her yerde galip geldiler. Böylece beynelmilel barışın da ancak mil­letlerin milliyetçilik duygularına ve şartlarina hür­met etmekle gerçekleşeceği anlaşıldı...
Atatürk, Milli Mücadele'nin Mustafa Kemal Pa­şası olarak o zamanki Türkiye'nin siyasi rejimine vermek isteyebileceği her türlü şekil bahsinde, kendisi ile birlikte çalışan arkadaşlarını ve ken­disine inanan Türk milletini ikna edebilecek du­rumda idi. İstese idi kral olabilirdi. Yahut daha başka bir usulle, beş - on kişilik bir heyetle devlet ve hükümet idare edebilirdi. Yahut, eğer istese idi İstanbul'daki Meb'usan meclisi gibi meclis kurar ve kendi hükümdarlığını ilan edebilirdi. Hiç olmaz­sa yeni siyasi şartların değişebileceğini zamana ka­dar memleketin siyasi rejimini bir müddet çok hu­susi bir devlet ve hükümet şekline bağlıyabilirdi. Böyle bir tutuma itiraz edecek yakın mücadele ve silah arkadaşları olduğu gibi tasvip edecek siyaset ve silah arkadaşlan da vardı. Hatta bu hususlarda teklif ve tavsiyelerde bulunanlar da mevcuttu. Bun­lara kanıp, ötekileri tasfiye etmeyi düşünebilirdi. Zaman zaman buna muktedir olduğunu da görüyor, biliyor ve hissediyordu. Bütün bunlara rağmen öyle yapmadı. İlk siya­si mücadelere karşıtığı hatta milletin kaderi ve geleceği için düşünrneğe başladığı gençlik senelerin­denberi inandığı ve cepheler boyunca kalbine ve kafasında ibesliyerek büyüttüğü «Milli hakimiyet» prensibine bağlı kaldı. «Hakimiyet, kayıtsız şartsız milleet ait olmalıdır. Millet kendi kendisini idare et­melidir. Meclisle idare etmelidir. Cemiyet kendi kaderi ile ilgili kararları bilmekten mahrum edi­llemez. Millet Meclisinin kararları benim, senin, onun kararından daha üstündür» diyordu. Öyle yaptı...
29 Mayıs 1961 tarihli gazetelerimizden birinde «Osmanlılık» başlığı ta­şıyan bir yazı okudum. Yazının zavallı yazarı yazı hayatının bir anında ve yaşının bu çağında her nasılsa okuduğu bir kitapcıktan birkaç paragrafla imal-i fikrederek Osmanlılığın ayak öpmek demek olduğunu ve bizde bugün de devam edegelen bu adctin Osmanlılardan kalma bir miras olduğunu iddia ediyor. Bu iddialar, Yeni Türkiye'nin yeni hareketle­rine değer kazandıracak olan tarih şuurunu gölge­leyerek millete bir aşağılık duygusu telkin etmek isteyenlerin kasıtlı fikirlerinden ilham alıyor. ... Osmanlı tarihinde dalkavukluk ve ayak öpme zilleti arıyanlar yorulur. Sadece cehaletleriyle gü­lünç olurlar. 31 Mayıs 1961
Bozuk bir elektronik beyin gibi, robotlar gibi mekanik ifadelerle herkes aynı dilin aynı kelime­lerini o kadar değişik manada, o kadar hatalı kul­landı ki ciddi bir memleket meselesinde anlaşmak asla mümkün olmadı. «Cumhuriyet» denildi, «De­mokrasi» denildi, «milli irade» denildi, «hürriyet» denildi, «millet», «milliyetçilik», «parti», «Devlet», «hükumet», «gazete» denildi. Kim bu kelimeleri ko­nuştuysa bunların mefhum ve mana değerlendir­mesini de kendisi yaptı. Lugatı olmadı, hiç olmadı bu milletin. Düşününüz, Namık Kemalin «Hürri­yet» i ile Nazım Hikmet'in «Hürriyet» i ne kadar farklıdır. Atatürk'ün milliyetçiliği ile Behçet Ke­mal'in ulusçuluğu ne kadar farklıdır. «Olur ya, anlayış farkıdır» diyemezsiniz. Aynı dili konuşan aynı mefhumlara inananlar arasında anlayış farkı olmaz. Bir kimse ya hürriyetçi olur, ya olmaz. İn­san ya milliyetçidir yahut değildir. Milliyetçiyiz ama şöyle, hürriyetçiyiz ama böyle. İşte bu olmaz...
22 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.