(Paris, 1903-1978) Fransız doğubilimcisidir. Özellikle İslâm Felsefe ve Tasavvufu üzerinde çalışmıştır. İkinci Dünya Savaşı sırasında İstanbul’da Fransız Arkeoloji Enstitüsü’nde çalışmalarını sürdürmüş, savaştan sonra Fransız-İran Enstitüsü’nde görev almıştır. Daha sonra L. Massignon’un halefi olarak Sorbonne’da “L’Ecole des Hautes-Etudes”de İslâm araştırmaları yöneticisi de olmuştur. Türkçe’ye çevrilen bu eserinden de anlaşılacağı gibi; İslâm felsefesi konularına yüzeyden veya tepeden bakmayan, özellikle İslâm İrfanı’nın derinliğine nüfuz etmeye çalışan bir bilim adamıdır. Başlıca eserleri: Sohrawardi d’Alep (1939), Imagination créatrice dans le soufisme d’Ibn Arabi (1958), Histoire de la Philosophie Islamique (1964-çevirisi sunulan kitap), L’homme de Lumière dans le Soufisme Iranien (1971) ve En Islam Iranien (1971-1973)’dir.
Resul-i Ekrem (S.A.) hem "Kitab", hem de "Hikmet"in öğreticisi olduğuna göre; İslâm'da “Fıkıh" ile "Felsefe" arasında kaynak farklılığı yoktur. Her ikisi de "Vahy"e dayanır."
İlahi inayet ve lütuf vasıtalarını ellerinde tutan bir ruhban sınıfı İslam'da olmadığı gibi, dini nasslar hususunda yetkili makam, bir ruhani yetki, nassları belirleyen bir ruhani yetkili heyet (concile) yoktur.
Sizin için felsefe listeleri oluşturmaya devam ediyorum. Orta Çağ Hristiyan felsefesinden sonra şimdi de Orta Çağ ve Yeni Çağ İslam felsefesiyle ilgili okunabilecek eserlere sıra geldi. Hristiyan felsefesinde yeni-Platonculuk'un bilinmesinin önemli olduğunu söylemiştim. İslam felsefesinde de bu önemli ama aynı zamanda çok iyi Aristoteles
İslam Felsefesi Tarihi Cilt 1 ile birlikte incelemek istedim. Öncelikle, birinci cildini Hüseyin Hatemi çevirmiştir. aslında çevirmemiş yorumlamış gibi geldi bana. İyi bir çevirmen okuyucunun çoğunluğunun aşina olmadığı bir noktayı dipnotla açıklığa kavuşturabilir, elbette çevirmenin notu olduğu belirtilerek. ama Hatemi böyle yapmamış, çevirisinde neredeyse orijinal metin kadar dipnotlu açıklamaları var. bir yandan da koruyucu bir baba gibi okuyucunun "yanlış kanaatlara" varmasını engellemeye çalışmış.
İki cildin geneline bakmak gerekirse de, kitap Türkçe'de İslam Dünyasınnda Felsefeye ilişkin eserlerdeki eksikliği bir nebze giderme niteliğine sahip olsa da, daha ziyade İran'daki felsefe hareketlerine vurgu yapıyor. Fakat Corbin'in bir İranolog olduğu göz önünde tutulduğunda bu pek şaşılacak bir olgu değil.Araştırdığı kültürden etkilenmesi doğal olabilir, ancak esere bu kadar yansıtılması ne kadar doğru orası yoruma açıktır.
Yazar, batının düşünce ve felsefe tarihine parelellik gösteren veya göstermesini istediği bir İslam Felsefesini anlatmaktadır.
Baktığınızda, bilimsel bir eser görünümü arz etse de, batı felsefesindeki terimlere karşılık gelecek şekilde, özellikle mezheplerdeki kavramsal açıklamalara yer vermesi, bir nevi Hiristiyanlık ile özdeş ve birbirinin
Felsefenin bittiğini düşünmüyorum, felsefe insanlıkla beraber var olmaya devam edecektir. Ancak bu eserle beraber o dönemdeki felsefe ile şimdikinin de aynı olmadığını daha iyi anladım. Elbette aynı kalmazdı, diğer her şey gibi. Şunu anladım ki geçmişte felsefe şu an olduğu gibi bir ayrık otu muamelesi görmüyor. Diğer disiplinler kadar ciddiye alınmış ve kabul görmüş. Benim tarafımda felsefe ile alakadar olmak bir hayat tarzıdır. Bu kitapla beraber bu düşüncem asil bir kimlik kazandı, felsefe bir hayat tarzıdır.