1944 yılında Hansar'da, tanınmış bir ailede dünyaya gözlerini açmıştır. Üç yaşındayken ailesiyle Tahran'a geldi. İlk eğitimini Tahran'da ve memleketinde tamamladıktan sonra Şiiler için önemli bir kültür merkezi sayılan Kum'a gitti. Tahran ve Kum'da büyük hocalarından ders aldı.
Hz. Fatıma (s.a) hayatta olduğu sürece Emirelmüminin Ali (a.s) kesinlikle başka biriyle evlenmemiştir. Ancak Hz. Fatıma'nın (s.a) şehadetinden sonra İmam (a.s) birkaç kadınla evlenmiştir. Onlardan biri daha sonraları "Ümmü'l Benin" diye bilinen "Fatıma Kilabiye"dir.
Bu evliliğin meyvesi dört oğlu olmuştur; insanların çoğu bu dört oğuldan sadece Haşimoğlullarının kameri Hz. Abbas'ı (a.s) tanırlar ama o hazretin diğer oğullarını bilmezler.
Aşura günü Hz. Abbas (a.s) üç kardeşlerini çağırarak onlara dedi ki: "Biz Ali'nin (a.s) oğuzlarıyız ancak sakın bizim babamız Ali'nin (a.s) diğer oğlu Hüseyin (a.s) ile aynı olduğumuzu sanmayın. Kesinlikle böyle değildir çünkü bizim annemiz Ümmü'l Benin'dir oysa Hüseyin (a.s) annesi her iki âlemin kadınlarının efendisi ve Allah Resulü'nün (s.a.a) pare-i teni olan Fatımatü'z Zehra'dır. Bu nedenle Eba Abdullah Hüseyin'i (a.s) savunma hususunda sizin diğerlerinden önce savaş meydanına çıkmanızı istiyorum".
İbni Sina diyor ki:
''Marifet ehli için ibadet, çaba ve gayretlerin idmanı ve hayallerle nefsanî vehimlerin ehlileştirilme sürecidir. Birey, bu idmanı tekrarlayıp kendini hep yüce Hakkın huzurunda bulunduğu fikrine alıştırırsa bütün fikir ve düşüncelerini madde ve doğal olan yüce Hakk'a doğru kaydırmayı ve rahatça O'na odaklanmayı başarır. Sonuçta bu güçler insanın Allah'a eğilimli olan fıtrat ve özbeninin emrine girer ve insan kendi nefsine, düşünce ve hayal gücüne hâkim hale gelir. Böylece insanın Yüce Rabbine pek meyilli olan fıtratı, O'na yönelmek ve O'nun cilvesini elde etmek istediğinde bu güçler, eksi cihetle hareket edemez ve insanın iç dünyasında ulvî ve süflî eğilimler çatışması yaşatmaz. İnsan böyle bir deruni zıtlaşmadan kurtulur ve batın sırrı, bu tür engeller ve rahatsızlıklarla karşılaşmadan batından ışık alabilir.''
Seyyid Rıza Hindî meşhur "Kevseriye" adlı karidesinde Emirelmüminin Ali (a.s) hakkında güzel şiirler okumuştur. Ölümünden sonra Ayetullah İsfahani onun bu şiirlerinden dolayı Hz. Ali'nin (a.s) hareminde onun cenazesine namaz kılmış ve sonra onu İmam Ali'nin (a.s) haremine defnetmelerini emretmiştir. Onun şiirinin bir bölümü şoyledir:
Ben amel defterimi siyah ettim,
Ama Ali Haydar'ı ona vekil etti...
Buluyor musun kimdir Haydar? Kıyamet günü susayan canlara su versin diye Allah'ın Kevser'in sahibi kıldığı kişidir. Kevser havuzunun sucusu olan bir kimse benim gibi bir susuzdan suyunu esirger mi? Sâki su verene denir, suyu engelleyene değil.
Ehl-i Beyt ibadet ve kullukta öylesine yüce bir konuma ulaştı ki cinler, insanlar, melekler ve akıl sahibi diğer mahlûkatın hepsinden daha yakın oldu Yüce Allahâ. Bu nedenle Ehl-i Beyt'in velayeti bütün kâinatı kapsamına aldı.
Hz. Ali (a.s) ism-i batının tam mazharıdır. Bu nedenle Hz. İmam Ali’nin (a.s) velayetine tutunmadan “Allah’ın doğru yolu”nda kendi bildiğince yürüyebilmek imkansızdır, böyle biri hakikate asla ulaşamaz ve kalkın bir halde sürekli batında çırpınıp durur.
Genellikle Hz. Ali üzerinden işlenen mükemmel bir kitap. Normal uydurma rivayetler yok. Kim Hz. Ali (a.s) dönemine şahit olmuşsa veyahut hangi ayetullah Hz. Ali üzerine araştırma yapmışsa onun yazdığı kaynaklar üzerinden Hz. Ali'nin (a.s) kişiliğini, evlilik hayatını, savaşta ve dünyada ki kişiliğini, politikasını çok güzel bir dille anlatıyor. Yazandan, çevirenden ve yayınlayan yayınevinden Allah binlerce kes razı olsun. Âmin.
Ali Hak İledirHüseyin Ensariyan · 12 İmam Yayınları · 20204 okunma