Kış ne bir sondu ne de başlangıç. Daha iyi olacaklara, belki'lere bağlanmış kısacık günler ve uzun gecelerle dolu bir uyuşukluk, bekleyiş ve düşler dönemiydi.
"Mutlu musun?" diye soruyordum ona bazen.
"Yapma Azra! Mutluluk güvenilir bir duygu değil." Haklıydı. Oysa ben duygusal hamlık, aşırı iyimserlik ve körlük yüzünden, onunla yaşlanmayı, ne olursa olsun aynı rüyaları görebilmeyi ve el ele ölmeyi hayal ediyordum.
Lale Müldür'ün dizeleri geçiyor içimden:
'bir vurgun olmayacak artık yüreğimdeki
ve yatağını değiştiren bir nehir gibi sanki
geri gelmemek üzere giden bir şeyin
kanat sesleri kalacak yalnız kulaklarında
Tenimde, ki ten unutmaz yaşadıklarını, eski sevgilerin izleri, söylenmiş ve söylenememiş bütün acıtıcı sözcüklerin çizikleri ve açılıp kapanmış yaraların kuruyup dökülmüş kabuklarının bıraktığı sedefsi lekeler var.
Sonra tam durulduğumu ve kim olduğumu anladığımı sandığım yerlerde yeni dönemeçlerde buldum kendimi. Hep aşılması gereken bir eşik daha oldu önümde.
Güçlükle kazanılmış bir hayat benimki. Bağışlanmış değil.
Bu ülkenin bir yerlerinde sinemaya giden kızlar kasaba meydanlarında boğazlanıyorsa hâlâ, dayak yiyen kadınlar çocuklarıyla birlikte ölmeyi seçiyorsa, öğretmensiz, okulsuz binlerce köydeki kız çocukları parayla alınıp satılıyorsa, insan nasıl olup da çağın gereklerinden ve gerçeklerinden payına düşeni almayı bu biçimde savunabilir?
Kuşkum yok, biz yazan insanlar tek tek çok acı çekiyoruz. Ama acılarımızı birbirimizden gizlemeyi yeğliyoruz. Ben acılarımı onlarla bölüşmeyi hep istedim ve denedim. Ama karşımdakiler alçakgönüllü ve açık olmamın, kendilerine beni küçümseme, çocuksu bulma hakkını verdiğini sandılar.