Tren yolculukları. Büyülü bir dünyaya yol alıyormuş hissi. Yolda olmak. Bilinmeyene ilerlemek. Zamanları büküp mekanları birbirine katlamak. Ancak yolun sonuna vardığında kendini bulacağına inanmak. Yolun sonunun neresi olduğunu bilmemek. Ama inanmak, inanmak... Gitmeye inanmak. Varış yerinde bulacağın cevaplara inanmak.
"Çok sonraları en unutulmaz hatıralarım en unutulması gerekene, en çok dönmek istediğim o ev de hiç dönemeyeceğim yere dönüşecekti. Oysa ev kendisine döneni kabul etmez miydi? Yoksa ev sadece hayallerde kendisine dönülen miydi?"
Mühür gibi koy beni yüreğinin üstüne
Mühür gibi kolunun üstüne
Çünkü ölüm gibi güçlüdür aşk
Ölüler ülkesi gibi sarptır tutku
Ve alev yanığıdır yanıkları ..
&
~Ezgiler Ezgisi/ Eski Ahit~
İki binlerin başından beri neredeyse tüm kişisel gelişim kitaplarında insanlara hep şunu yüklediler: en önemlisi sensin, senden iyisi yok, sen değerlisin, kendi gücünü keşfet, kendine dön, kendini sorgula, kendini iyiyleştir. İyi, güzel, kendimize döndük.
Peki kendimize dönerken yanımızdakilere ne oldu? Sevgimize ne oldu? Dayanışmaya, duyarlılığa, birlikteliklerimize ne oldu? Söyleyeyim: çürüdü, yozlaştı, dejenere oldu ve hız çağına kurbanı edildi. Travma, bu çağın en popüler terminolojisi olarak yerini aldı.
Özlediği güneşin ben olmadığımı bile bile yanına gittim, çünkübazencanımızıyakacağınıbildiğimizbirininyanınanedengittiğimizikendimizebileanlatamayız!
📸