Bu ara kadın yazarların eserlerini peş peşe okudum, öyle denk geldi ve hepsi de birbirinden güzeldi. Ruhlar Evi, Isabel Allende’nin ilk romanı. Allende, Şili’de bir ailenin kadınlarının üç kuşak hikayesini büyülügerçekçi unsurlarla masal tadında anlatıyor. Hepsi birbirinden ilginç ve renkli karakterleri takip ederken, diğer yandan da tüm politik ve sosyal çalkantılarıyla Şili’nin 20.yy tarihini okuyoruz. Oldukça sürükleyici, kolay okunan ve siyasi tarihi kurguyla çok başarılı bir şekilde dengelenmiş bir metin. Karakterlerin hikayesini naif, masalsı bir anlatımla sunarken, ülkenin sert gerçekleriyle eserin genelinde muazzam bir denge tutturmuş Allende. Ruhlar Evi, Yüzyıllık Yalnızlık’a çok benzetiliyor. Konu (bir ailenin hikayesini anlatması ve bunu yaparken ülke tarihini aktarması) ve tarz (büyülügerçekçilik) nedeniyle bu iki eserin ortak noktaları bulunsa da, bence çok başka kitaplar. Marquez’in üslubu ve tarzı Allende’ninkinden farklı. Okurun dikkatini daha çok isteyen ama benim edebi açıdan çok daha zengin bulduğum bir eser Yüzyıllık Yalnızlık. Bundan dolayı herkesin seveceği bir kitap da değil. Allende belli ki Marquez’den oldukça etkilenmiş hatta yer yer açıkça selam göndermiş Marquez’e ancak Ruhlar Evi daha sade, daha kolay okunan ve herkesin yorulmadan okuyup sevebileceği bir kitap. Yüzyıllık Yalnızlık en sevdiğim eserlerden biri, yani benim için yeri bambaşka. Ama Ruhlar Evi’ni de büyük keyifle okudum. Latin Amerikan edebiyatına ya da postkolonyal edebiyata ilgi duyan herkese tavsiye ederim.