198 syf.
·
4 günde
·
6/10 puan
Ben J.D. Salinger. Kitabımı sevmek zorunda değilsiniz ama övmek zorundasınız.
İnsanoğlunun ya da insan kızının doğası gereği olmuş ve olabilecek her şey hakkında yorum yapmak ister ve yapar. Sokaktaki insanlara, ünlü sanatçılara ya da oyunculara, futbolculara, devletin yüksek mevkiye sahip kişilerine; kısaca insanın bulunduğu her yere gidin. Örneğin elinizde bir saat götürün. Hepsinin de o saat hakkında yorumu vardır. O ana kadar yoksa bile artık o an bir yorumu olacaktır. Bakın olumlu ya da olumsuz demiyorum, mutlaka bir cümleden de oluşsa yorumu vardır. Böyle yorumlar da, yorum yapılan nesnenin, meyvenin, şehirin, kitabın hatta insanın değerini belirler. Ne kadar doğru bilinmez lakin bu böyledir. Bir şeyler alırken yorumlara da dikkat etmiyor muyuz örneğin? Örneğin bir araba alırken, mutlaka o arabayı kullanmış, kullanan ya da o araba hakkında bilgi sahibi kimselerin yorumlarına başvurmuyor muyuz? Kitaplarda da bu durum böyledir. Gidip kimsenin önermediği, hiçbir yerde görmediğimiz bir kitabı aldığımız pek görülmemiştir. Buraya kadar aslında hiçbir sıkıntı yok. Burdan sonrasında devreye birtakım olaylar giriyor. Bazı cevapsız sorular..
Kitabı okuduktan sonra kafamda birtakım soru işaretleri oluştu. Daha öncesinde Olasılıksız, Simyacı, Sol Ayağım, Şeker Portakalı hatta Türk Edebiyatına gelelim biraz, Kahraman Tazeoğlu'nun Bukre isimli kitabı, Can Yücel'in Sevgi Duvarı isimli kitabı gibi kitaplarlarda da olmuştu. Mesela ben merak ediyorum. Bu kitabı ilk kim beğendi, ilk kim neye dayanarak önerdi? Bu kitabı ilk öneren kişi, önerirken sarhoş muydu? Bu kitabı öneren ilk kişi yazarın, eşi, sevgilisi, annesi, babası ya da arkadaşı mıydı? Ardından oluşan bu silsilede devamındakiler kitabı okumadan mı "Bu güzel kitap.." diye önerdi geçti? Bu kitabı da eklemiştim bu kervana lakin kitap hakkında bir kaç araştırma yaptıktan sonra bu kitabın neden bu kadar okunduğunu çözmüş gibi oldum. Şimdi biraz kitabın günümüze kadar gelen o enteresan hikayesine değinmek istiyorum.
Aslında doğruyu söylemek gerekirse Çavdar Tarlası'nı falan görünce Steinbeckvari bir öykü bekliyordum. Sosyalist kişileri, emekçileri bekliyordum lakin olayın bununla alakası yokmuş.. 1951 yılında Amerika'da yayınlayan bu kitap, ahlaka aykırılık sebebiyle sansürleniyor. Kitabın başından bu tür birçok badire geçiyor. İşin ilginç tarafı 1978'de bu kitap liselerde ders olarak okutulmaya başlıyor. Bu kez de 1981 yılında Komünizm propagandası sebebiyle yasaklanıyor. Böyle olaylar yaşandıktan sonra ülkede en çok sansürlenen ve aynı zamanda en çok okunan kitap haline geliyor. Günümüzde dahi bu kitap günde 685 kopya satıyor. Mükemmel bir sayı. Lâkin aklımdaki soru işareti şu: Kitap sansürlenmeseydi hiç bu kadar ilgi görür müydü? Sanmam. İnsanoğlu bu tür şeylere çok merak salar. Devletin yasakladığı ya da kaldırdığı şeyden kaldırana kadar bihaberdir. Devlet kaldırdıktan ya da yasakladıktan sonra ise o şey dillerinden düşmez. Bkz. İstanbul Sözleşmesi. Yani demem o ki kitabın basıldığı ve sonrasında devam eden süreçte ABD, yazarın ekmeğine bal sürmüş oldu. Yazar bile tahmin etmemiştir bence bu kadar okunacağını..
Romanın konusuna gelecek olursak; ergenlik çağındaki Holden'in okuldan atılması ile başlayan hikaye onun evden uzaklaşması sonucu başına gelenler ile devam ediyor. Liseli bir genç olan Holden Caulfield'in okuldan atılması sonucu dışarıda geçen üç gününü anlatan kitap, aile ve arkadaşları ile yaşadığı sorunlara da değiniyor. Ergenlik çağındaki Holden’in yetişkinler dünyasına olan isyanı ve bir Noel öncesi başına gelenler sonucu psikiyatri kliniğine uzanan öyküsü ile de devam ediyor. Kitabı pek yaşamasam da bazı noktalarda belki sizi içine çeker ve yaşarsınız. Holden ile başkaldırır, Holden ile isyan edersiniz.
Kitabın dili aslında samimi olmasına rağmen ben başarılı bulmadım. Alışveriş listesinde bile edebi zevk arayan beni tatmin etmedi. Roman Kahraman bakış açısı ile yazıldığı için ergenlik çağındaki Holden'in üslubunun edebî olamaması doğaldır lakin 198 sayfa kitap yazıldıysa edebi zevk az da olsa tattırılabilirdi zannımca. Ayrıca küfür ve argonun bol olması bazı konumlarda "Yeter!" dedirtti.
Kitabı araştırırken bir şey daha dikkatimi çekti. Kitabın Fransızca aslından ilk çevirisi “Gönülçelen” adı ile yayımlanıyor. Yayınevi değişikliği sonrası ise “Çavdar Tarlasında Çocuklar” ismi ile yayımlanmaya başlıyor. Ha bu arada yayınevi demişken yine dikkatimi çeken bir şeyden daha bahsetmek istiyorum. Kitabı incelerken fark ettim, kitabın arka kapağı boş, ön kapağında ise sadece kitabın ismi var. Zorunlu olmasa ismi de yazılmayacakmış sanki. Yapı Kredi Yayınları genelde sade kitap basmazdı, şaşırdım doğrusu.
Amerikan Edebiyatında John Steinbeck, Charles Bukowski, Ernest Heminway, Mark Twain, Edgar Allan Poe, Dan Brown gibi yazarların kaleminin zevkini tattıktan sonra J.D. Salinger efendinin kaleminin beni tatmin etmemesi pek doğal. Bir kere Mercedes'e bindikten sonra Hyundai'a binsen ne olur, binmesen ne olur...
Söylenecek bir şey kalmadı galiba. Kitabın içindeki hikayesi değil de kitabın sansür hikayesi bakımından son anda "Fazla Abartılan Kitaplar" kervanımdan sıyrılan bu kitabı bir daha okur muyum, bilmem. Lâkin size şunu samimi bir şekilde söyleyebilirim ki sakın büyük umutlarla elinize alıp okumayın bu kitabı. Üzülürsünüz..
Esen, sağlıcakla, kitapla, şiirle ve hoşça kalın..