Aramızdan kim bu tuhaf gözlem noktasından, yeni cellatların gelişini haber vermek için gözcülük yapıyor? Gerçekten yüzleri bizimkilerden farklı mı?
Sanki o eski toplama kampı canavarı yıkıntıları arasından ölmüş gibi içtenlikle yıkıntılara bakıyoruz, uzaklaşan bu görüntü karşısında tekrar umutlanıyor gibi yapıyoruz, adeta toplama kampı vebasından iyileşiyormuşuz gibi, bütün bu olanların sanki tek bir döneme ve tek bir ülkeye ait olduğuna inanmış gibi yapıyoruz ve ne etrafımıza bakmayı düşünüyoruz ne de sonsuz çığlığı duyuyoruz.
Hayatımı anlatmaya çalıştım,
olduğundan daha gerçek;
ve bu yüzden öldüm.
O halde neden bitirmeli
hiç başlamamış olanı?
Daha uzakta, ruhum
daha uzakta
köyü gün batımına taşıyan
duman.
Ne zaman inanacaklar bana
ne zaman cevap verecekler?
İçtim geriye kalanı
ve kırdım bardağı,
ve hayatın biyük bir leke gibi yayılmakta
kapkara
örtünün üzerine...
Savaş bize misafirperverliğini göstermişti, ben de bunu suiistimal ediyordum. Kim kendini bu parçalanmış, yeni yetme yaşantıya yabancı hissedebilir ki? Artık ne çabalarımızın ne de korkularımızın hesabından sorumluyduk ve hiç sempati duymadığımız bir otoriteye teslim olmuştuk, fakat bu otorite tutarsızlığıyla bize güven veriyordu. Ya geleceğimiz? Bu yükümlüğü ölüm dahi üstlenecek olsa, bunu düşünmemiz gerekmiyordu. Artık hiç bir sıkıntımız, ay sonları, patronlar yoktu. Hava gibi özgürdük, fakat zaman zaman, akciğer iltihabından ölen bir asker için mütevazi törenler yapılıyordu. Kapris de yapabiliyorduk. Bağlı olduğumux şey sadece felaketti ve o da şu an için, esaslı bir şaka halini alıyordu.