Bu adamın tarzını gerçekten çok seviyorum. Bilinçaltının ve duygularının çok kuvvetli işlediğini her kitabını okuduğumda hissediyorum. Kitabın adından da anlaşılacağı üzere kendi ölümünden bahsediyor bu sefer. Fakülteye bedenini kadavra olarak bağışlayan Fournier, bu kez yalnız değil. Otopsisini yapan Egoïne'yi inceleyen yazar, buradan hareketle bir nevi kendi geçmişiyle yüzleşiyor. Bunu yazdığı tüm kitaplarda da görüyoruz zaten. Bugünden geçmişe bir dönüş var her zaman. Bu sadece pişmanlık anlamında değil en güzel anlarıyla birlikte harmanlıyor her şeyi. Yazarın Türkiye'de çevrilmiş bütün kitaplarını aldım ben, okuduğum tüm bu kitaplardan yola çıkarak aslında kendisine ait bütün eserlerin hayatının bir yansıması olduğunu söyleyebilirim. Bir insanın hayatını okuyormuşum gibi değil de bir insanın yaşadığı hayattaki hislerinin kronolojisini okuyor gibi hissediyorum daha ziyade. Belki de o yüzden çok seviyorum, bilmiyorum. Özellikle kitaplarının yazım sürecinde editörünün sürekli olarak tamamlaması noktasında baskı yaptığına değinen Fournier, bu açık sözlülüğünden dolayı kimi okur tarafından da ciddi manada eleştirildi. Açık söylemek gerekirse ben bu durumdan rahatsız olmadım, çünkü o süreçteki sıkıntısını ve baskısını anlatırken bile kendini çok güzel ifade ettiğini düşünüyorum. Belki durumlar ve yaşananlar çok normal ve herkesin hayatının belli bir döneminde yaşadığı olaylar olsa da yazarın bunu ifade ediş tarzı gerçekten çok başarılı benim için. O yüzden de geç tanıdığım ama en sevdiğim yazarlar arasına giren Fournier, benim her zaman tavsiye ettiğim bir yazar olarak kalmaya devam edecek.