Her şeyi, ama her şeyi her şekilde anlatmak mümkün; iş annelerimizi anlatmaya gelince öyle mi? Bir sürü söz, bir sürü anı, o sevgi dolu ağızdan çıkan sürüsüyle anlatı aktarılır da hep bir şeyler eksik, hep bir şeyler çiğ kalır. Sürüler yozlaştırır sanki, hiçbir retoriği, hiçbir demogojiyi bünyesinde barındıramaz, iş anneleri anlatmak olunca. Fournier, “Kuzeyli Anne”sini, sözü kalabalıklaştırmadan, kevgirden süzüle süzüle kalan ve adına hayat dediğimiz o tortulara biçim vermeye çalışmadan, hassasiyetle anlatıyor. Hatta bu anlatı, kitap boyunca kimi yerlerde öyle bir hâl alıyor ki okuyucunun göremediği, ancak yazarın tarifi ile bahsi geçenin içinde yazarın annesinin olduğu bir fotoğraf karesi beliriveriyor. Annesini fotoğrafın ânına sıkıştırmadan, çoktan süzülüp gitmiş olan tortuları aramanın nafileliğini kavrayarak ve okuruna kavratarak, sözcükleri ve tarifiyle yeniden yaşatıyor Fournier.
Yaş-alan ağaç nasıl tutunuyor da artık yerküreyi ona tutunur hâle getiriyorsa kökleriyle, anneler de öyle tutunur kırgınlıklarının kaynağına, kızar ama kıyamaz.