Jenny Erpenbeck 1967 yılında Doğu Berlin’de dünyaya geldi. Ciltçilik mesleğini öğrendikten ve Berlin Devlet Operası’nda aksesuarcı ve kostümcü olarak çalıştıktan sonra Berlin’de Peter Konwitschny, Ruth Berghaus, Werner Herzog ve Heiner Müller gibi yönetmenlerin yanında Tiyatro Bilimi ve Müzikli Tiyatro Rejisi öğrenimi gördü. Jenny Erpenbeck 1991’den itibaren ilkin yönetmen asistanı olarak çalıştı ve daha sonra Berlin, Potsdam ve Graz’da opera, müzikli oyunlar ve tiyatro oyunları sahneledi, ayrıca romanlar ve hikâyeler yazdı. Halen serbest yazar ve yönetmen olarak Berlin’de yaşıyor.
Seçimlerimiz, şu kısa ömrümüzde ne kadar da büyük neticeler doğuruyor.
"İnsan, özgür iradesiyle seçtiği bir yolun onu nereye götüreceğini önceden bilebilseydi keşke."
20.yy Galiçya’dan başlayıp Viyana’ya, sonra Moskova’dan Berlin’e.. Yaklaşık yüz seneye yayılan bir süre..Avusturya-Macaristan İmparatorluğu‘nun çöküş sancılarıyla başlayıp, Sovyetlerin kurulup kendini kemirmeye başladığı yıllara..Yerler farklı..Zaman farklı..Siyasi atmosfer farklı..Tek bir kadına ait tam beş ayrı hayat var bu kitabın içinde. Ya da
Bütün Günlerin Akşamı, 20.yy başlarında Galiçya’da yaşayan bir ailenin küçük bebeklerinin ölümüyle başlıyor. Sonrasında kurgu, alternatif gerçeklerle devam ediyor. Sinemada Blind Chance, Run Lola Run gibi filmlerle aşina olduğumuza benzer şekilde, insan kaderinin aslında nasıl küçük tesadüflere bağlı olduğunu, hayatın ilerleyişinin nasıl adeta pamuk ipliğine bağlı olduğunu muhteşem bir kurguyla gösteriyor Erpenbeck. Diğer yandan da, Avrupa’nın 20.yy tarihini ve bu tarihin bireylerin hayatlarındaki yansımalarını okuyoruz: Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nun dağılması, 1. ve 2. Dünya Savaşları, Almanya’nın bölünmesi ve Berlin Duvarı’nın yıkılmasını yani nerdeyse koca bir yüzyılı anlatıyor Erpenbeck. Alternatif hikayelerin birbirine bağlanmasını ve hiçbir hikayenin bir diğerinin gölgesinde kalmamasını çok başarılı buldum. Sevilen bir insanın ölümü, evlilik, ilişkiler ve kadın olmakla ilgili de muazzam tespitleri olan yazarın şiirsel ve büyüleyici bir anlatımı var. Çok severek okudum. Utku Lomlu’nun kapak tasarımı da bence çok başarılı.
Profesör Richard’ın emekli olmasıyla birlikte üstüne çullanan fazla zaman ve onunla çalışmak dışında ne yapıldığını bilememesinin sancısıyla açılıyor kitap. Hitler sonrası Almanya’yı ayağa kaldırmaya çalışırken, insanlar kendini robot gibi hissetmesin diye herhalde, “Çalışmak hayatın yarısıdır.” diye slogan üreten Almanların tek hücresi bizim