Bahşedilen bu hayatta kullanmamız için verilen ve kullanmamak için direnen biz insanların; duygu ve mantıklarının çatıştığı, içine aldıkları çemberde ikili savaş verip olmaza sürüklediği, aklın yolunun bir olduğunu söyleyip körü körüne inandıkları ve sorgulamadan yaşanan bu hayatı görmezden gelecek kadar aptallaştığı ve trajedisinin içinde gizlediği organına bağlı sadakatinde olan bellek ve zihin kontrollerimizin yapıldığı, kullanmak için bir sebep göremediğimiz bizlerin soyut organı; Akıl.
Akılcılık ise bu soyut kavrama dayanan görüşlerin sadece düşünce yoluyla empoze edilmesiyle, görüşsel birliğin dışında insanın kendi ruh haline ve karakterize ettiği yaşamda çevresine sunabildiği görüş ayrılığını anlatır.
Farzedelim ki insan, nesnel bir kavramı kendi düşünce yapısıyla öznelleştirirse; kendine has olan bu düşünce yapısı, o insanın ilk akılcılık deneyimi olmuş olur.
Bizi biz yapan olguların; imgesel bir güç ifade etmelerini gözle görülmediği noktada korkularımızla saklamak yerine; “olması gerekenin bu olduğu” gerçeğini benimsetmeye çalışmaktır, Akılcılık.
Kendi nezdimde akıl ve akılcılık kavramını günlük ritüele bu şekilde çevirebilirim.
Kitapta geçen akılcılık ise; Akılcılığın altın çağını yaşatan Descartes’ten Spinoza’ya, Leibniz’den Hegel’e anlatılmıştır. Düşünürlerin felsefesi ve kendi kuramları göz önünde bulundurularak; akılcılığın ayrı noktalarda birleşen “aynılığını” bulmaya çalışmıştır.
Sevgiler…