Kuşku durmadan arzuyu besleyip asla olamayacak için umut biriktirirken, bellekten geçmişin bütün izlerini silmek çok zor. Ölümün en azından somut imgeleri var: mezar, mezar başındaki konuşmalar, belleğin yüzünü tazeleyen çiçekler ve hepsinden önemlisi de zamanla kendi evindeymiş gibi davranan ve yokluğu bildik bir alışkanlığa dönüştüren ölümün o geri alınmazlığını kesin olarak bilmek. Oysa ortadan kaybolmanın hiç sınırı yoktur; sabit durumun tam karşıtıdır.
Terk edilmiş yaşlı bir adam ve dağların ücra köşesinde terk edilmiş bir köy. İkisi de ortak bir kadere sahip. Adam hayatına değer katanları, köy de sakinlerini kaybetmiş. İkisi de zamana yenik düşmüş, fiziksel durumları artık son raddeye gelmiş. Adam öldü ölecek, köy çoktan harabeye dönmüş, doğanın ve hayvanların esiri olmuş. “Sarı Yağmur” bir