Kadî Abdülcebbâr

Tesbitü Delailü'n-Nübüvve yazarı
Yazar
9.0/10
5 Kişi
34
Okunma
12
Beğeni
2.275
Görüntülenme

En Eski Kadî Abdülcebbâr Gönderileri

En Eski Kadî Abdülcebbâr kitaplarını, en eski Kadî Abdülcebbâr sözleri ve alıntılarını, en eski Kadî Abdülcebbâr yazarlarını, en eski Kadî Abdülcebbâr yorumları ve incelemelerini 1000Kitap'ta bulabilirsiniz.
Biz, Muhammed’in (s.a.) nübüvvetine, o reis olacağı, taraftar edineceği ve ordu sahibi olacağı için inanmadık. Biz, o cârî olan âdetin dışında, hatta âdete muhâlif olarak bu işler olmadan önce haber verdiği için inandık. Çünkü o, tek başına ve ücretle çalışan bir fakir iken insanlara geldi ve onları kızdırdı, öfkelendirdi, onlarla mücadele etti ve onlar da ona düşman oldular. Böyle bir durumda onlara, mağlup olacaklarını ve kendisinin onları mağlup edip muzafer olacağını haber verdi. Onlar da ona, “Bilakis biz seni mağlup ederiz ve sana gâlib geliriz.” dediler. Tedbir ve işi sağlama almanın gereği, onun değil kâfirlerin galip olmasını gerektirirdi. Ancak Allah tarafından gönderilince ve Allah’ın elçisi olunca durum değişir. Çünkü müşrikler, yahudiler, hıristiyanlar, Farslar ve Mecûsîler, ona düşmanlıkta, onu öldürme, onun nûrunu söndürme ve ona tâbi olanlara mâni olma hedefinde tek el gibiydiler. Asker, hayvan ve silah, onun değil düşmanlarının elindeydi. Fakat iş, haber verdiği ve açıklandığı şekilde onun söylediği noktaya ulaştı.
[39] Ensâr -Allah onlardan razı olsun- aslı Yemen’den gelen güç, kuvvet ve mal sahibi, kudret, sayı ve silah bakımından güçlü iki büyük kabîleden oluşuyordu. Onlar, Resûlullah’a gelip gittiler, onun davetini ve delillerini dinlediler, kendilerinin ve babalarının sahip olduğu dinlerinden uzaklaşarak mallarını ve canlarını vermek, ona itaat
Reklam
Daha sonra 4 halifenin de aynı yaşamı sergilediğini anlatıyor
Resûlullah, insanların uğruna birbirlerini boğazladıkları, birbirlerini yaraladıkları ve birbirlerini yok etmeye çalıştıkları şeyler hakkında insanların en zâhidi idi. Resûlullah (s.a.), Yemen’in en uzak noktasından Umman denizine, Hicâz’ın en uç noktasına ve Irâk vâdilerine kadar sahip olmuş ve her birinin şânı büyük olan beş kral arasında taksim edilmiş olan Arap yarımadasına hâkim olmuştu. Pek çok kral kendisine hediyeler göndermişti. Fakat o, bunların hepsini toplayıp başkalarına dağıttı. Kendisini ve ailesini bunlardan uzak tuttu. Resûlullah (s.a.), eşlerini “Allah’ı, Resûlü’nü ve âhiret yurdunu tercih etmek” ile “mut‘a ve güzellikle salıverilmek sûretiyle dünya hayatı ve zînetini tercih etmek” arasında serbest bıraktı. [61] Resûlullah (s.a.), bu büyük mülke rağmen insanların en basit hayat yaşayanı idi ve en sert elbiseleri giyerdi. Bunu, kendisinden sonra halifelerinin giydiği onun iki dânîk [dirhemin altıda biri] değerindeki hırkasında, su tasında, yüzüğünde ve ailesinin ve yardımcılarının sahip oldukları her şeyde görebilirsin. Resûlullah, aynî ve nakdî hiçbir şey bırakmadan vefat etti. O, bir saray inşâ ettirmedi. Onun, yeryüzünde dikili bir ağacı yoktur. O, kendisine bir nehir yaptırmadı ve kendisi için bir pınar kazdırmadı. Ailesini ve ashâbını da böyle olmaya teşvik etti.
Eğer düşünen ve ibret alan kimsenin amacı öğrenmek ve anlamak ise, Allah’ın (a.c.), Siz, insanlar için çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz (Âl-i İmrân, 3/110) âyetine mürâcaat etmeden önce, bir nebî ile arkadaşlık yapmış olup da onlardan [sahâbeden] daha zâhid, daha takvâlı ve daha bilgili bir topluluk olmadığına dair bilgiye ulaşır. Resûlullah (s.a.) ve ashâbının gayesi dünya ve mülk olsaydı, işin başında zühdden bahsederler, hâkim olup gücü ele geçirdikleri zaman da, dünya, mülk ve dünya metaı taliplerinin gittikleri yoldan giderlerdi. Gücü ele geçirdiklerinde, fazla beklemeden sırlarını ve içlerinde gizlediklerini açığa vururlardı. Çünkü âdet böyle cereyan etmektedir ve tecrübeler hep bunu göstermiştir. İnsanları kandırmak için şekilden şekile giren, onlardan korktuğu, çekindiği ve onlara dost görünmek için sabreden kimse, gücü ele geçirip imkân bulduğu zaman değişir, daha önceki hâli ortadan kalkar ve içindeki açığa çıkar. Resûlullah (s.a.) ve ashâbının durumu hiç değişmeden aynı tarzda devam ettiğine göre, araştıran ve düşünen kimse onların gizlilerinin açıkları ve içlerinin dışları gibi olduğunu bilir.
Yaşarken cehennemle müjdelenenler
[118] Kureyş’ten Benû Zühre’nin müttefiki olan el-Ahnes b. Şureyk es-Sekafî hakkında şu âyetler nâzil oldu: Diliyle çekiştiren, kaş ve gözüyle işaretler yapıp alay eden fesad kişinin vay haline! O ki mal yığdı, onu saydı durdu. Malının, kendisini ebedî yaşatacağını sandı. Hayır, and olsun ki o, Hutame’ye [cehenneme] atılacaktır (Hümeze,
Müşriklerin yenileceğine dair haberler
[192] Mekke’de meydana gelen âyetlerden/mûcizelerden biri şöyledir: Resûlullah (s.a.), onlara İktarebeti’s-sâ‘a [Kamer] sûresini okuduğu, resûlleri yalanlayan ümmetlerin kıssalarını, başlarına gelen ceza ve helâki tek tek anlattığı, “Şimdi sizin kâfirleriniz, ötekilerinizden hayırlı mı? Yoksa sizin için Kitâblarda bir beraat mı var? Yoksa “Biz muzafer (yenilmez) bir topluluğuz.” mu diyorlar? O topluluk bozulacak ve geriye dönüp kaçacaklardır (Kamer, 54/43-45) âyetlerine kadar okuduğu zaman, onlar sayıca çok olduklarını, ona karşı düşmanlıkta ve savaşta kendilerine yardım edecek olanların çokluğunu delil getirdiler. Yine o bir cemaat oluşturuncaya kadar, kendi cemaatlerinin çok olduğunu, mallar, silah, araç ve gerecin onun değil kendilerinin lehine olduğunu iddia ettiler. Gerçekten de işin zâhirine ve aklın gereğine göre durum onun değil onların lehineydi. Fakat kalplerin sahibi olan ve nebîleri için âdetleri altüst eden Allah’ın (a.c.) kudreti devreye girince durum değişir. Nitekim Resûlullah’ın bildirdiği şekilde gerçekleşti ve sonuçta kazanan kendisi oldu.
Reklam
142 öğeden 11 ile 20 arasındakiler gösteriliyor.