Mutezile'nin Kadılar Kadısı (Kadıyu'l kudat) olarak adlandırdığı Kadı Abdulcabbar 936 senesinde Horasan'ın el-Esedabadi beldesinde doğmuştur. Meşhur Buveyhi veziri Sahib b. Abbad zamanında Rey şehrinde kadılık görevinde bulunmuştur. 1024 yılında Rey'de ölmüştür.
“Eğer bu âyetler sizin iddia ettiğiniz mânaları ifade ediyorsa, niçin onun Kureyş, Araplar, yahudiler, hıristiyanlardan oluşan düşmanları, sizin inkâr ettiğiniz gibi inkâr etmediler?”
[23] Resûlullah (s.a.), âfâk (ufuklar) ile “İslâm’ın oralara galip geleceğini ve davetinin oralara ulaşacağını” murad ediyor. Çünkü Resûlullah (s.a.), bunu henüz Mekke’de nübüvvet iddiasında bulunduğu zaman va‘detmişti. Müşrikler ise, “ Muhammed, âfâk’a (ufuklara) galip gelmeyi mi arzu ediyor? O, Mekke’ye, hatta Mekke’nin bir evine
[8] Resûlullah’ın va‘dettiği ve söylediği her şey gerçekleşmiştir. Onun tek başına iken söylediği, “Şüphesiz ben, kalabalıklara ve askerî birliğe sahip olacağım.” sözü, söylediği ve haber verdiği şekilde olmuştur. Zira Resûlullah, onları davet ettiği zaman onun sözünü inkâr ettiler, görmezden geldiler ve ona redd ve yalanlama ile karşılık verdiler. Sonra insanlar, grup grup ona icâbet etmeye devam ettiler. Sonunda askerî birlik oldular. Onun doğruluğuna ve nübüvvetine inandılar; sonunda itaatkâr bir orduya ve müttefik bir gruba dönüştüler. Ona itaat ederek mallarını infâk ediyorlar ve kanlarını akıtıyorlardı. Hatta bu insanlar, onun rızâsına nail olmak ve emirlerini yerine getirmek için babalarından kaçıyorlar, oğullarını öldürüyorlar ve vatanlarını terk ediyorlardı. Onlara göre amellerin en doğrusu, onun razı olduğu amellerdi. Zira onun onların önlerine sereceği bir dünyalığı, onlara vereceği malları yoktu ve onlara söz geçirecek bir riyâseti de bulunmuyordu. Bilakis o, yetim, fakir, yalnız, yoksul ve başkasına muhtaç bir kimse idi.
Kadı Abdulcebbar köklü reddiye geleneğinin önemli temsilcilerinden derya deniz bir abimiz. Kendisi İslam dışında diğer dinler ve mezhepler hakkında da oldukça bilgili. Bununla beraber tarih bilgisi ve rivayetler üzerinden yaptığı temellendirmeler de fikri yetkinliğini gösteriyor. Kitabın birçok yerinde bunu görüyorsunuz. Bugün din eleştirmeye
Müellif kendini Ehli adalet vet tevhid mezhebine nispet edenlerden. Keskin zekasıyla dönemin alimlerinden çok rahat bir şekilde sıyrılıp adından söz ettiriyor. Bana kalırsa en önemli özelliği zekasından ziyade hadiselere adalet cihetinden yaklaşması. Örneğin zulmüyle islam alemine namzet muaviye'yi ne ehli sünnet gibi ideolojik put haline getiriyor ne de ömer ve ehline şia'da olduğu gibi haksızlık yapıyor. Muaviyenin zulmüne absürt teviller getirmediği gibi Ömer'in de adaletini yıkmak için uydurulan şia hurafelerine itibar etmiyor.
Rahimehullahutela.
Kâdı'l-Kudât Abdülcebbâr'ın, mensup olduğu Mû'tezile mezhebinin düşünce sistemini sistematik bir biçimde açıklamaya çalışması ilgi çekicidir. Usûli'l-Hamse (Beş Usûl) fikri ondan önceki Mû'tezilî âlimler tarafından işlenmiş olsa da bunlar Kâdı Abdülcebbâr'ın Şerhu'l-Usûli'l-Hamse'si kadar sistematik