Kadı Beydâvî sözleri ve alıntılarını, Kadı Beydâvî kitap alıntılarını, Kadı Beydâvî en etkileyici cümleleri ve paragragları 1000Kitap'ta bulabilirsiniz.
Kim huzur- kalp ile buna(Kur'an) kulak verirse, o iki dünyada övülür ve mutlu olur. Kim de dönüp ona bakmaz ve onun nurunu söndürmeye kalkışırsa, kınanır ve ateşe girer.
Ebu Hureyre'den rivayet edildiğine göre Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem: "Sana bir sureden haber vereyim mi ki ne Tevrat'ta ne İncil'de ne de Kur'an'da onun gibisi indirilmemiştir, dedi? Ben de: Evet, ya Resulallah, dedim. O da: Fatiha suresidir; çünkü o, yedi ayetli bir suredir ve bana verilen büyük Kur'an'dır, dedi”.
İbn Abbas da şöyle demiştir: Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem aramızda idi, birden ona melek geldi: Müjde, sana iki sure verildi ki senden önce hiçbir peygambere verilmedi; Fatiha ile Bakara'nın son ayetleri. Kim onlardan bir harf okursa, mutlaka ona karşılığı verilir, dedi.
Huzeyfe bin el-Yemân rivayetinde de Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle demiştir: "Bir topluma Allah kesin bir azap gönderir; mektepteki çocuklarından biri "elhamdü lillahi rabbil alemîn" okur; Allah Teala da bunu duyar; onlardan azabı kırk yıl kaldırır".
"Ve entüm mu'ridun (sizler arka dönen kimselersiniz)" siz öyle bir toplumsunuz ki adetiniz vefadan ve itaattan yan çizmektir. İ'raz'ın aslı karşı karşıyayken yan tarafa geçmektir.
Nimetler dünyevi ve uhrevi olmak üzere iki bölümde toplanır. Birincisi vehbî ve kesbî olmak üzere iki kısımdır. Vehbî olan da iki kısımdır: Ruhanî olanı vardır ki o da bedene ruh üfürme, onu akılla ve ona bağlı olan fehim, fikir ve konuşma gibi kuvvetlerle parlatmaktır. Cismanî olan da bedeni, ondaki kuvvetleri ve ona sonradan verilen sağlık ve organların sağlamlığı gibi şeyleri yaratmaktır. Kesbî olan da nefsi rezilliklerden temizlemek, onu güzel ahlaklar ve üstün kabiliyetlerle süslemek; nefsi doğal pozisyonlar, beğenilen ziynetlerle süslemektir. Mevki ve mal kazanmaktır.
Uhrevi nimetlerin ikincisi, onun kusurlarını bağışlamak, onu sonsuza kadar Allah'a yaklaştırılan meleklerle en yükseklere yerleştirmektir.
Asıl murat edilen son kısımdır ve öteki kısma ulaşmasına vesile olandır. Gerisinde mü'minle kafir ortaktır.
156-“Onlar ki başlarına bir musibet geldiği zamanİnna lillah ve inna ileyhi raciun (mutlaka biz, Allah'a aidiz ve şüphesiz biz, ona döneceğiz, derler)”. Hitap Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem'edir yada müjde verebilecek herkesedir. Musibet insanın başına gelebilen her türlü istenmeyen şeydir. Çünkü aleyhissalat vesselam Efendimiz şöyle demiştir: “Mü'mine eziyet veren her şey musibettir." Sabretmek dille inna lillah demekle olmaz, kalp ile de demelidir, niçin yaratıldığını ve ona döneceğini düşünmeli, Allah'ın nimetlerini yâd etmeli ki verdiğinin aldığından kat kat fazla olduğunu görsün, böylece rahatlasın da ona teslim olsun. Müjdesi verilen şey de belli olduğu için bildirilmemiştir.
Gerçi bu, elbette büyük bir şeydir. Ancak Allah'a saygı gösterenlere zor değildir."
"Elbette büyüktür" ağır ve zordur. Şu ayet gibi: "Onları davet ettiğin şey müşriklere ağırdır”
(Şura: 13).
"Ancak huşu edenler hariç" yani tevazu gösterenler demektir. Huşu tevazudur. Alçak kum tepesine haşaa denilmesi de bundandır. Hudu' ise yumuşaklık ve itaattır. Şöyle de denilmiştir: Huşu' organlarla, hudu' ise kalp ile gösterilir.
Kim bir günah yapar da onu kökünden çekip atmazsa, bu onu onun gibi şeyi tekrara, ona dalmaya ve ondan daha büyüğünü yapmaya sürükler. Sonunda günahlar onu istila eder ve kalbini tamamen sarar. O da tabiatıyla günahlara meyleder hale gelir, onları beğenir ve onlardan başkasında zevk olmadığına inanır ve diğer şeylerden nefret eder, ona öğüt vereni dinlemez. Nitekim Allah Teala şöyle demiştir:
"Sonra kötülük yapanların akıbeti ayetlerimizi yalanlamak oldu." (Rum:10)
İki taraftan her birinin çokluğu kendine nazarandır, karşıtına kıyasla değildir. Çünkü hidayete erenler sapıklara göre azdır. Nitekim Allah Teala: "Kullarımdan hakkıyla şükredenler azdır" (Sebe': 13) demiştir. Sapıkların çokluğunun sayı itibarı ile hidayete erenlerin çokluğunun da fazilet ve şeref itibarı ile olması da ihtimal dahilindedir. Nitekim şair şöyle demiştir:
Sayıldıkları zaman azdırlar, düşmana saldırdıkları zaman ise çokturlar.
Ve şöyle demiştir:
Kerem sahipleri ülkede çoktur ister ki az olsunlar
Nitekim başkaları da çok olsalar da azdırlar.
124 - "Bir vakitler Rabbi İbrahim'i bazı kelimelerle denemiş; o da onları tamamlamıştı. Allah: Şüphesiz seni insanlara imam yapacagım, demişti. O da: Soyumdan da, dedi. O da: Ahd'im (sözüm) zalimlere ermez, dedi."
. . .
İmam kendisine uyulan kimsedir. Onun imamlığı genel ve ebedîdir, çünkü ondan sonra ne zaman bir peygamber gönderilmişse onun zürriyetinden olmuş ve ona uymakla emredilmiştir.
. . .
“Ahdim zalimlere ermez, dedi” dileğinin kabul olunduğunu göstermekte ve zürriyetinden zalimler olacağına, onların da imamlığa eremeyeceklerine dikkat çekmektedir. Çünkü imamlık Allah'ın emaneti ve sözüdür. Zalim ise ona uygun değildir. Ona ancak içlerinden iyiler ve Allah'tan korkanlar nail olur. Bunda peygamberlerin gönderilmeden önce büyük günahlardan masum olduklarına ve fasığın imamlığa uygun olmayacağına delil vardır.
halife olmak için şarttır, hatta esastır. Öğretmeyi Allah Teala'ya isnat etmek doğrudur, ama ona muallim denilmez, çünkü o akla meslek sahibini getirmektedir. Diller Allah'ın öğretmesiyledir, çünkü “esma" kelimesi lafızlara özel ve genel olarak delalet eder. Onu öğretmek de öğrenciye manalarını açıklayarak söylemede açıkça görülmektedir. Bu da daha önce biri tarafından konulmasını gerektirir. Asıl ise bunun Âdem'den önce biri tarafından konulmasını kabul etmez. Böylece bunu koyanın Allah olduğu ortaya çıkar. Hikmetin anlamı ilmin anlamından başka bir şeydir, aksi takdirde: İnneke entel alimül hakim kavli tekrar olur. Meleklerin ilim ve kemalleri artabilir. Filozoflar ise bunu üst tabaka meleklerde kabul etmezler. "İçimizden herkesin belli bir makamı vardır" (Saffat: 164) ayetini buna delil getirirler. Âdem o meleklerden üstündür, çünkü onlardan daha alimdir, daha alim olan da daha üstündür. Çünkü Allah Teala: "De ki: Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?" (Zümer: 9). Ve Allah Teala eşyayı yaratmadan önce bilir.
Zevc (eş) erkeğe de dişiye de denilir. O, aslında kendi cinsinden benzeri olana denir, ayakkabının teki gibi.
Eğer: "Yenilen şeyin faydası gıdalanmak ve açlığın zararını def etmektir; evlenmenin faydası çoluk çocuk sahibi olmak ve cinsten zevklenmektir, bunlara cennette ihtiyaç yoktur" denilirse" ben de şöyle derim: Cennetin yiyecekleri, kadınları ve diğer halleri dünyadaki benzerlerine ancak bazı sıfat ve itibarlarda ortaktır ve istiare ve temsil yolu ile o ismi alır. Yoksa ona tüm hakikatlerinde ortak değildir ki bu dediğiniz lazım gelsin ve onun verdiği faydayı versin.
(Hâlbuki onlar ancak kendilerini aldatırlar.)
. . .
Nefs bir şeyin kendisi ve gerçeğidir. Sonra ruha denilmiştir, çünkü canlının nefsi onunla kaimdir. Kalbe de denilmiştir, çünkü ruhun yeridir veyahut onunla ilgilidir. Kana da nefs denir, çünkü onu ayakta tutan odur. Suya da denir, çünkü ona aşırı derecede ihtiyacı vardır. Görüşe de nefs denir, mesela: Fülanun yuamirü nefsehu deyiminde geçtiği gibi, çünkü görüş de ondan doğar yahut da ona emreden ve işaret veren bir zata benzer. Burada nefislerden maksat zatlarıdır. Bunu ruhları ve görüşleri manasına almak da ihtimal dahilindedir.
Her iki fiildeki (nabüdü ve nesteiyn) zamir okuyucuya, yanındaki meleklere ve kendisiyle beraber namazı cemaatle kılmak isteyenlere racidir yahut hem kendisine hem de diğer mü'minlere racidir. O onlara katılarak birlikte ibadet eder ve ihtiyacını onlarla beraber görür. Belki de ibadeti onların bereketiyle kabul edilir ve duasi tutar. Cemaat bunun için meşru kılınmıştır.