Tanrı'ya yaklaşımda sanırım üç yol vardır: Mistik / Tasavvuf yol. Felsefî / Mantıksal yol. Bilimsel / Deneysel yol.
Mistiklerin Tanrı savında karman çorman, subjektif tutum var; insan bu yolda yalnızca İNANÇ peşinde koşar. Felsefî yolda "ispat" yoktur, DOĞRULAMA vardır. Bilim yolunda ise Tanrı'nın ulaşılamaz zâtının peşinde değil, yarattıklarının ne / nasıl olduğunun araştırtırılması sonucu BİLMEK vardır.
Azizlerin "Tanrı'yı deneyimledim" dediği şey hipoglisemi (şeker düşmesi) olabilir. Bergson'un "Sezgi" dediği, bilinçaltındaki arzu çıkabilir. Ya peygamberler? Yalan mı uydurdular? Onlar Tanrı tartışması yerine, "Madem Allah'a inanıyorsunuz, sorumluluğunu alın" demeye geldiler.
Her çağın, toplumun, dinin değişen, gelişen, göreceli Tanrı yorumu ise ilâhiyattan çok sosyolojinin konusu. Medeniyet kurmak için Tanrı'yı odak noktasına yerleştirmek gerekir. En güçlü soyut değer O'dur. Farklılıklar bu odakta toplanabildiğinde uygarlık gelmiştir.
Ancak her açıdan Tanrı'nın Tarihi, insanlık tarihidir. Düşünce düzeyi - üretim - beslenme - nüfus - coğrafyaya göre her toplum kendi Tanrısının sanatkârıdır. Ortadaki tek sorun, bir toplumun kendi Tanrısını kültürel emperyalizm ve savaş sonucu başka topluma dayatması...