Bu başarının ardındaki isim olan Atatürk 10 Kasım 1938'de oldü. Atatürk güçlü bir adamdı, kendi çabasıyla devletin başına geçmiş biriydi, ama bir diktatör değildi. Unvandan nefret eder ve sürekli olarak milli egemenlik ilkesine bağlılığını vurgulardı. Atatürk bir asker-yönetici olarak insanların faziletleri ve kusurları konusunda keskin bir anlayışa sahipti. Osmanlı hâkim sınıfının aksine kavrayış gücünü halkın kendi iyiliği için kullandı. Bunu yaparken herkes tarafından sevilme derdi olmadı. Itaat etmeye ve itaat görmeye alışık bir asker olarak emretti, cezalandırdı ve ödüllendirdi. Ancak bu kararlı görünümün ardında bir insan vardı. Köyün sağlıklı ve insani ortamı içinde büyümüş ve daha sonra Balkanlarda Selanik'in küçük bir kasabasında gençliğini yaşamış babasız bir insandı o. Türkiye'nin en güçlü insanı olduktan sonra bile hayat karşısındaki içtenliğini ve tazeliğini yitirmedi. Kültürel olanlar başta olmak üzere reformların bazıları aslında onun kendi hayat görüşünün doğrudan bir ifadesidir. Atatürk'ün naaşı 1953'de Ankara'ya tepeden bakan Anıtkabir'e yerleştirildi. Her yıl onun ölüm yıldönümünde devlet adamları konuşmalar yapmakta, gençler inkılaplara bağlılık yemini etmektedir. Yine her 10 Kasım'da öğlen saatlerinde sıradan insanlar büyük gruplar halinde şehirden ve civar köylerden kilometrelerce yürüyerek Anıtkabir'e akın ederler ve kendilerine mutlu bir hayatın yolunu açan adama saygılarını sunarlar. Bu, Atatürk'e yönelik halk sevgisinin basit ve dokunaklı bir örneğidir ve Atatürk'ün modern Türkiye'nin varlığının daimi garantisidir.
Hitler iktidara geldikten sonra Yahudileri mevkilerinden eden bir yasa çıkardı.Bu nedenle bir grup Yahudi entelektüel ve uzman yaklaşmakta olan felaketi fark edip sığınacak yer aramaya başladılar İsviçre'de Kendilerinin kurdukları bir dernek aracılığıyla Almanya'dan 150 Yahudi bilim adamı aileleriyle birlikte yaklaşık bin Yahudi Türkiye'ye getirildi Bunlar Mustafa Kemal ve takipçilerinin ülkeyi modernleştirmeye giriştikleri 1930'da ve 1940'larda Türk üniversitelerinde ders verdiler .
Hakikaten de hayatının sonuna kadar Bülent bey (Ecevit) bir siyasetçiden ziyade idealist bir fikir adamı olarak kalmıştır. Çok efendi, çok iyi niyetli, insanlara derin hürmeti olan bir kimse olmakla beraber, siyaset alanında mutlaka gerekli olan o gerçekçilikten mahrumdu.
İstanbul Konferansı'nı sonuçsuz bırakmak ve yabancı devletlerin 'reform' bahanesiyle Osmanlı Devleti'nin içişlerine karışmalarını kesin olarak önlemek isteyen Midhat Paşa, hazırlanan Kanûn-î Esâsî'yi konferans esnasında yayımlamayı uygun bulmuş ve 23 Aralık 1876'da Meşrutiyeti ilan etmişti.
Modernleşme, temelde Avrupa'nın iktisadi, askerî-siyasi gücüne karşı koymak ve bu sayede ülkenin siyasi hürriyetini, sosyal ve kültürel benliğini koruyarak devamlılığını sağlamak için başvurulmuş bir yoldur.